İmam-ı Azam Ebu Hanife, “Mü’min zina ederse, imanı, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir” (E.davut, İ.Mace) hadisi hakkında görüşünü soran birisine, “bu haber Kur’an’a muhaliftir” diyerek şöyle devam eder: “Allah Teala Kur’an’da, ‘zina eden kadın ve erkek’ (Nur,2) şeklinde hitap etmiş, onlardan iman ismini kaldırmamıştır. Yine Allah Teala; ‘içinizden kötülük yapan (zina eden) iki kişiye eziyet edin (cezalandırın)’ (Nisa,16) buyurmuştur. Buradaki ‘sizden’ (minkum) kavli ile yahudileri veya hristiyanaları değil sadece müslümanları kastetmiştir” (E.Hanife, el-Alim,27)
Ebu Hanife, imanı, dil ile ikrar, kalb ile tasdik gödüğü için, ameli ondan bir parça saymamış ve bir müslümanın, şirk dışında işlediği amel ne kadar kötü olursa olsun, mü’min sıfatının devam edeceğini belirtmiştir. (Risale ilâ Osman el-Betti,69)
SÜNNET:
Serahsı'nin belirttiğine göre, Hanefilerde sünnet, "Rasulullah (s.a.v.)'ın ve ondan sonra sahabenin takip ettikleri yoldur". Şafii' ise sünnetten, sadece Hz. Peygamber'in yolunu ve sünnetini kasdeder (Serahsî, usul, I-113,114). Serahsî, sünnet teriminin sadece Hz. Peygamber'e hasredilemiyeceğini izah ederken, "men senne sünneten haseneten..." hadisini (Müslim, Darimi) delil getirir ve selefin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in takip ettikleri yola da sünnet ismini verdiklerini ve bey'atı, "sünnetü'l-umareyn" (Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in sünneti) üzere aldıklarını kaydeder. Daha sonra, "size, benim ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine uymak düşer. Buna sımsıkı sarılın." (Darimi) hadisini zikrederek, "şayet bu sabit ise deriz ki, sünnetin hükmü, ittibadır. Delille sabit olmuştur ki Peygamber (s.a.v.), kavlen ve fiilen, din yolunda süluk ettiği hususlarda tabi olunandır. Kendisinden sonra sahabe de böyledir" demiştir (Serahsî, usul, I-114).
Serahsî mutlak manada, sünnete tabi olmanın, farz ve vacip manasını taşımadığını, ancak Bayram Namazı, ezan, kamet, cemaatle namaz gibi dinin alametlerinden sayılan sünnetlerin vacip derecesinde olduklarını belirtir (Serahsî, usul, I-114). Ona göre Teravih namazı, sahabenin sünnetidir. Çünkü bunu Peygamber (sav) sürekli kılmamış, fakat sahabe aksatmadan devam etmiştir. Dolayısıyla bunu kılan, mendup işlemiş olur, terkeden de kınanır. Fakat bu kınama, Peygamber (sav)'in devam ettiği bir ameli terkedene yapılan kınamadan daha hafiftir. Çünkü Peygamber (sav)'in sünneti, sahabenin sünnetinden daha kuvvetlidir (Serahsî, usul I-114). "Bu, bize göredir" diyen Serahsı, Şafii ashabının ise sünnet deyince, Peygamber (sav)'in devam ettiği nafıleyi kasdettiklerini, sahabenin devam ettiği nafılenin ise onlara göre sünnet olmadığını, çünkü onların sahabe kavlinini hüccet sayımadıkları gibi fiillerini de sünnet olarak kabul etmediklerini kaydeder ve şöyle devam eder: "Bize göre sahabe kavli hüccettir ve fiilleri de sünnettir. Çünkü bu, Cenab-ı Hakk'ın, "Andolsun ki Allah'ın Resulü sizin için güzel bir örnektir" (Ahzab,21) kavline göre, ihyasıyla emrolunduğumuz bir yoldur" (Serahsî, usul, I-114)