Dini Sözlük (A'dan Z'ye) Spacer
Sitemizi Sitemizi Taşıdık Daha çok İçerik İçin Flatcast.wen.tr sitemizi ziyaret edin


1- Sitemizde 7 Adet Moderatör Alınacaktır.
2- Admin 'e Kadar Yükselme Şansınız Var.
3- Haftanın ve Ayın Üyesi Seçimleri Devam Etmektedir.
4- Sitemiz Yeni Tema ve Konularıyla Karşınızda...
5- Misafirken Sitemizden Faydalanma Oranınız %70 'dir
6-cikiş icin Do not display again tuşunu tıklayiniz
.



İYİ FORUMLAR
Dini Sözlük (A'dan Z'ye) Spacer
Sitemizi Sitemizi Taşıdık Daha çok İçerik İçin Flatcast.wen.tr sitemizi ziyaret edin


1- Sitemizde 7 Adet Moderatör Alınacaktır.
2- Admin 'e Kadar Yükselme Şansınız Var.
3- Haftanın ve Ayın Üyesi Seçimleri Devam Etmektedir.
4- Sitemiz Yeni Tema ve Konularıyla Karşınızda...
5- Misafirken Sitemizden Faydalanma Oranınız %70 'dir
6-cikiş icin Do not display again tuşunu tıklayiniz
.



İYİ FORUMLAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  ~*SOHBETYERi_FM~*SOHBETYERi_FM  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  AramaArama  iletişim  

Sitemizi Taşıdık Yeni Sitemizi ziyaret etmek için Linke Tıklayın http://flatcast.web.tr/


 

 Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
~~su~perisi~~
CaVuŞCaVuŞ
~~su~perisi~~


Nerden Nerden : g antep

Dini Sözlük (A'dan Z'ye) Empty
MesajKonu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)   Dini Sözlük (A'dan Z'ye) Icon_minitimePaz Ekim 25, 2009 12:38 am

ANGLİKANİZM:
İngiltere kralı Sekizinci Henry'nin kurduğu hıristiyanlık mezhebi.
Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği Îsevîlik zamanla bozuldu. Hazret-i Îsâ'nın telkîn ettiği insanlık, merhamet, şefkat esasları tamâmen unutuldu. Bunun yerine; taassub, kin, nefret, düşmanlık ve zulüm hâkim oldu. Engizisyon mahkemeleri kurularak yüz binle rce insan haksız yere işkence ile öldürüldü. Nihâyet bu gidişe hıristiyanlar içinden isyân edenler çıktı. Luther ismindeki papas gibi İngiltere kralı Sekizinci Henry de papaya isyân ederek, Katolik kilisesiyle alâkasını kesip, protestanlık esâsına ugun anglikan kilisesini kurdu. BöyleceAnglikanizm mezhebi meydana geldi ve İngiltere'nin resmî dîni oldu. Protestanlık mezhebinin temel inanışlarına bağlı olan Anglikanizm kilisesi, ilk zamanlar bilhassa katolikleri sindirmek için sert tedbirlere başv urduysa da son zamanlarda katolikler ve ortodokslarla diyalog kurulması fikrini benimsedi. (Herkese Lâzım Olan Îmân)

ANKEBÛT SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.
Ankebût sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Altmış dokuz âyet-i kerîmedir. Sûrede; putlara ve diğer güçsüz varlıklara tapanların hâlleri, onların dünyâlık elde etmek için kurdukları tuzak ve gayretleri, ankebût denilen örümceklerin pek zay ıf olan ağına benzetildiğinden, Ankebût kelimesi, bu sûreye isim olmuştur. Sûrede, mü'minlerin (inananların) Allah yolunda bâzı sıkıntılara uğrayacaklarına, bunun, kendileri için dünyâ ve âhirete âit fâidelere vesîle olacağına işâret olunmakta, bâzı peygamberlerin kıssaları kısaca anlatılarak, onların Allah yolundaki fedâkarlıkları ve netîcede muvaffak oldukları gözler önüne konulmakta, Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu ve insanlık için fazîlet vesîlesi olduğu beyân edilmekte, İslâmiyet'e cephe alanların acı sonları bildirilmekte, müslümanların, âhirette ebedî nîmetlere kavuşacakları müjdelenmekte, Allah yolunda çalışanların emeklerinin boşa gitmeyeceği, büyük mükâfatlara nâil olacakları ve daha başka hususlar bildirilmektedir.
Ankebût sûresindeki bâzı âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:
(Habîbim) Namazı vaktinde şartlarını yerine getirerek kıl. Çünkü namaz insanı, aklın ve dînin beğenmediği ve yasaklanan her şeyden men eder, alıkor. (Âyet-45)
Müşrikler, ne olur rabbinden (Muhammed'e (aleyhisselâm) nübüvvetine delâlet eden Îsâ aleyhisselâmın sofrası, Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi) mu'cizeler indirilmiş olsaydı dediler. (Ey Habîbim!) Sen onlara de ki, mu'cizeler, Allahü teâlânın kudreti ve irâdesi ile olur. (Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır.Bunları yapmak benim elimde değildir.) Doğrusu ben ancak O'nun azâbını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur'ân gibi bir kitâbı sana indirmiş olmamız, onlara (mu'cize olarak) yetmez mi?Bunda, inanan kavm için, rahmet ve nasîhat vardır. (Âyet: 50-51)
Her canlı, ölümün tadını tadacaktır. (Âyet: 57)

AR:
Utanma. (Bkz. Hayâ)

ARAB:
Güzel. Nûh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlunun soyundan gelenler.
Allah katında en kıymetliniz, takvâsı çok olanınızdır. Arabın Arab olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak) iledir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Arablar beyaz, buğday benizli olur. Bilhassa Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sülâlesi beyaz ve çok güzeldi. Resûlullah'ın babası Abdullah'ın güzelliği Mısır'a kadar şöhret bulmuştu ve alnındaki nûrdan dolayı, iki yüze yakın kız evlenmek için Mekke'ye gelmişti. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

ARABÎ AYLAR:
Hicrî senenin on iki ayı (Bkz. Kamerî Aylar). Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: 1. Muharrem, 2. Safer, 3. Rebî'ul-evvel, 4. Rebî'ul-âhir, 5. Cemâzil-evvel, 6. Cemâzil-âhir, 7. Receb, 8. Şa'bân, 9. Ramazan, 10. Şevvâl , 11. Zilka'de, 12. Zilhicce.

ARABÎ SENE:
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiği mîlâdî 622 senesinden başlayan kamerî veya şemsî sene. (Bkz. Hicrî Kamerî Sene, Hicrî Şemsî Sene)

A'RÂF:
Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.

A'râf Eshâbı (Ehli):
A'râf denilen yerde bulunanlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
A'râf üzerinde bir takım kimseler vardır ki, onlar Cennet ehlini (mü'minleri) yüzlerinin beyazlığı ile, Cehennem ehlini, yüzlerinin siyahlığı ile tanırlar. Henüz Cennete girmemişler fakat oraya girmeyi şiddetle arzu ederler. Cennet ehline selâmün aleyküm diye seslenirler. Gözleri Cehennemliklere çevrildiği zaman; "Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler (kâfirler) ile berâber (Cehennem'e) koyma" derler. A'râf eshâbı (ehli) , yüzlerinin (karalığından) tanıdıkları kâfirlerin ileri gelenlerine; " (Dünyâda iken malca ve evlatça ve yardımcılar bakımından) çokluğunuz (hak söze yâhut halka karşı yaptığınız) kibriniz (büyüklenmeniz) size fayda vermedi" (diye) seslenirler. (A'râf sûresi: 46-48)
A'râf ehlinin kimler olduğu hakkında değişik rivâyetler vardır. Bunlardan birisi şöyledir: A'râf ehli, sevâbları ile günâhları eşit olup, iyilikleri Cehennem'e girmelerine mâni olan, fakat Cennet'e girmelerine de yetmeyen mü'minlerdir. Sonra Allahü t eâlânın ihsânı ile Cennet'e girerler. Cennet'e en son girecek olanlar bunlardır. (Senâullah Dehlevî)

A'râf Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yedinci sûresi.
A'râf sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). 206 âyet-i kerîmedir. 46'dan 50'ye kadar olan âyet-i kerîmelerde A'râf'da bulunanlardan bahsedildiği için, sûre A'râf adını almıştır. Sûrede, îtikâda ve diğer dînî hükümlere âit bir çok esas bildir ilmekte, bâzı peygamberlerin kıssaları, ümmetlerinin halleri geniş olarak anlatılmaktadır. (Fahreddîn-i Râzî).
A'râf sûresinde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız. O yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezârlarından böyle çıkaracağız. Umulur ki, düşünüp ibret alırsınız. (Âyet: 57)
Rabbinizden size indirilen (Kur'ân-ı kerîm) e uyun. O'ndan başkasını (insan ve cinden sizi doğru yoldan saptıracak kimseleri) dost edinmeyin. (Arâf: 3)

ARAFÂT:
Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Hac mevsiminde ticâretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur. Arafât'tan (döndüğünüzde) Meş'ar-i Haram'ın yanında (tehlîl ve telbiye ile) Allah'ı zikredin, anın. O, size nasıl hidâyet ettiyse, siz de O'nu öylece anın... (Bekara sûresi: 198)
Arefe günü Allahü teâlâ Arafât'ta vakfe yapanlardan râzı olur. Sonra onlarla meleklere karşı iftihâr ederek; "Bunlar ne isterler ki işlerini bırakıp burada toplandılar" der. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Haccın farzlarından biri de arefe günü Arafât'ın (Vâdî-yi Ürene) denilen yerinden başka her hangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra bir miktar vakfeye durmaktır. Arefe günü veya gecesi Arafât'ta bulunmayan veya Arafât'tan geçmeyen hacı olmaz. (İbn-i Âbidîn-Mevkûfât)
Sevgili Peygamberimiz vefâtına yakın meşhur vedâ hutbesini Arafat'ta okudu. Âdem aleyhisselâm ile Havva vâlidemiz Cennet'ten ayrılıp yeryüzüne indirilince Arafat'ta buluştular. Bir rivâyete göre buraya bu yüzden buluşup, tanışmak mânâsına Arafat denm iştir. (Zerkânî) Arafât dağıdır bizim dağımız, Orada kabûl olur duâlarımız. Medîne'de yatar Peygamberimiz, Yâ Muhammed cânım arzular seni.
(Yûnus Emre)


Amelde Mezheb:
Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi. (Bkz. Müctehid)
Amelde mezheblerin hak olanı dörttür. Bunlar: Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Bu dört mezheb, îtikat (inanç) bakımından birbirlerinden ayrı değildir. Hepsi Ehl-i sünnet olup, îmânları, inanışları, birdir. Yalnız amel bakımından bâzı u fak şeylerde ayrılmışlardır. Böyle ayrılmaları Allahü teâlânın rahmeti olup, müslümanlar için kolaylıktır. (Ahmed Cevdet Paşa ve Şehristânî)

ÂMENTÜ:
İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esas.
Âmentü ve mânâsı: Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî vel yevmilâhiri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü (Allahü teâl âya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaderin, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îmân ettim. Öldükten sonra dirilmek haktır. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehâdet e derim).
Âmentü'de bildirilen altı şeyin mânâlarını bilip, beğenip, kabûl eden kimseye mü'min denir. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
Müslüman olmayan bir kimse, kelîme-i tevhîdi söyleyip mânâsına kısaca inanınca, o anda müslüman olur. Fakat her müslüman gibi, bunun da imkân bulunca Âmentü'nün esaslarını ezberlemesi ve mânâsını iyice öğrenmesi lâzımdır. (Damâd)
Bir çocuk küçük iken anasının babasının dînine tâbi olarak müslümandır. Bâliğ olunca anasının babasının dînine tâbi olması devâm etmez. İslâmiyet'i bilmiyerek bâliğ olunca, mürted olur, müslümanlıktan çıkar. Bu sebeble âkıl-bâliğ olmadan önce çocuğa kelime-i tevhîdi Âmentü'yü ve bunların mânâlarını öğretmelidir. Çocuk bunlara ve İslâmiyet'e uymak lâzım olduğuna inanmalıdır. (İbn-i Âbidîn)

ÂMÎ:
İlmi olmayan kimse. Mukallid. Çoğulu avâm'dır. (Bkz. Avâm)

ÂMİL:
İş yapan.
1. İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
Allahü teâlâ sizden ilmi almak için, ilmiyle âmil olan âlimleri kaldırır, câhiller kalır. (Bunlar) dinden suâl edenlere, kendi akılları ile cevâp verip insanları doğru yoldan ayırırlar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Kıyâmet gününde, Resûller minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi kendi mertebesi miktârıncadır. Ulemâ-i âmilîn, yâni Ehl-i sünnet îtikâdında olan ve bildikleri ile amel eden âlimler dahi nûrdan kürsîler üzerinde olurlar. (İmâm-ı Gazâlî)
2. Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Sadakalar (zekâtlar), Allahü teâlâdan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, âmillere kalbleri müslümanlığa ısındırılmak istenilenlere, (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince âzâd olacak) kölelere, borçlulara, cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlara, (kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış ve çok alacağı varsa da alamayıp muhtaç düşen) yolda kalmışlara mahsûstur. (Tevbe sûresi: 60)
Halka zulmeden âmiller Cennet'e giremez. (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Emvâl)
Hazret-i Ömer, bir gün cemâate şöyle hitâb etti: "Ey mü'minler! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âmilleri sâdece zekâtlarınızı toplamaları için göndermiyorum. Onları size; dîninizi öğretmeleri, rehberlik etmeleri için gönderiyorum. Allahü teâlâ şâhid, kime bunun hâricinde muâmele yapılırsa bana haber versin. Onun hakkını alıp, gerekeni yaparım. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir âmil halktan birisini dövse, ondan dövdüğü kimsenin hakkını alırım..." (Ebû Ubeyd bin Sellâm)

ÂMİN:
Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.
Her kim namazdan sonra imâm ile duâ edip, âmin derse, âmin kelimesinin harfleri dörttür, her harfine bin melek nâzil olur (iner). Bunlar tâ kıyâmet gününe kadar bu kimse için duâ ederler. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)
Allah'ım! Bize, yeterli rızık, bedenimize sıhhat, ölümden önce tövbe etmek, ölürken rahatlık, ölümden sonra mağfiret (bağışlanmak) ve ateşten kurtuluş, Cennet'e girmek, dünyâ ve âhirette âfiyet nasîb eyle! Âmin. (Kitâb-üs-Salât)
Bir kimse elindeki kat'î (kesin) haram olan maldan sadaka verse ve sevâb umsa, alan fakir de haram olduğunu bilerek verene Allah râzı olsun dese, veren veya başka bir kimse âmin dese hepsi küfre girer. (Ahî Yûsuf Çelebi)
Cemâatle namaz kılarken imâm (Veled-dâllîn) deyince, imâm ve cemâatin ve yalnız kılanın, kendisi Fâtiha-i şerîfeyi bitirdikte, yavaşça (âmîn) demeleri sünnetdir. (Halebîy-i Sagîr)

AN'ANE:
Âdet, örf. (Bkz. Örf ve Âdet)

ANÂSIR-IERBE'A:
Dört temel unsur. Maddelerin asıllarını teşkil ettiği kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateş.
Allahü teâlâ mahlûkları, anâsır-ı erbe'adan yarattı. (Abdullah bin Abbâs)
İnsan bedeni, anâsır-ı erbe'adan meydana gelmiştir. Onların herbirinin kendilerine has bir özelliği olup, insanların tabiatı ve mizâcı üzerinde tesirleri vardır. Meselâ ateş; isyân ve kibre; toprak, alçaklık ve tevâzuya; havâ, arzu ve isteğe yol açar . (İmâm-ı Rabbânî)

AND:
Allahü teâlânın ismini anarak söz verme, ahd. (Bkz. Yemîn)



Allah Râzı Olsun:
llahü teâlâ, senin ahlâkını, işlerini ıslâh edip, seni râzı olduğu (beğendiği) hâle getirsin, mânâsında duâ. (Bkz. Radıyallahü anh)

ALLÂME:
İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir. (Bkz. Âlim)
Allâme Molla Fenârîler, Molla Hüsrevler, Hayâlîler, Gelenbevîler, İbn-i Kemâller, Ebüssüûdlar, Birgivîler, İbn-i Âbidînler, Abdülganî Nablüsîler, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîler, Abdülhakîm-i Arvâsîler, Mustafa Sabri Efendiler ve daha nice fıkıh ve kelâm âlimleri, hattatlar, Mîmâr Sinanlar, Sokullular, Köprülüler hep Osmanlı Devletinde yetişmiş ve yüzbinlerce ilim kitapları her vilâyetteki millî kütüphâneleri doldurmuştur. (Fâideli Bilgiler)
Allâme İmâm-ı Birgivî buyuruyor ki:
Zevk ve safâ sürmek için çok yaşamağı istemek Tûl-i emel (uzun emel) olur. İbâdet yapmak için çok yaşamayı istemek tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sâhipleri, ibâdetleri vaktinde yapmazlar, sonra tövbe ederim diyerek tövbeyi terk ederler, kalbleri katı o lur, ölümü hatırlamazlar, va'z ve nasîhat kendilerine fayda vermez. Dünyâlık toplamaya çok hırslı olurlar, âhireti unuturlar.
Kibirli olmak, Allahü teâlâyı unutmanın alâmetidir.

ALLÂM-UL-GUYÛB:
Gâibleri (görünmeyen ve bilinmeyen gizli şeyleri) çok iyi bilen mânâsına, Allahü teâlânın isimlerinden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Münâfıklar bilmezler mi ki, Allahü teâlâ, şüphesiz onların içlerinde gizlediklerini de, fısıltılarını da biliyor ve muhakkak ki Allahü teâlâ Allâm-ul-guyûb'dur. (Tevbe sûresi: 78)

A'MÂL-İ ŞER'İYYE:
İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler. (Bkz. Amel)

AMDEN:
Kasten, bilerek, bile bile yapmak.
Hadîs imâmları söz birliği ile bildiriyorlar ki: Bir namazı vaktinde amden kılmayanın, namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyenin îmânı gider veya ölürken îmânsız gider. Ya namazı hâtırına bile getirmeyenlerin, namazı vazîfe tanımayanları n hâli nasıl olur? (Muhammed Rebhâmî)
Bir kimse birine amden ok atıp başka birini de yaralasa ve her ikisi de ölse okun önce vurduğu kimse için kısas olunur. Çünkü oku amden atmıştır. (Molla Hüsrev)

AMEL:
İş, ibâdet.
Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Allahü teâlâ sûretlerinize ve amellerinize bakmaz, kalblerinize ve niyetlerinize bakar, yâni iyi niyetle olan amellerinize kıymet verir. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr)
Bildiği ile amel eden kimseye Allahü teâlâ bilmediğini öğretir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Allahü teâlânın affı ile Cehennemden kurtulursunuz. Rahmeti ile Cennete girersiniz. Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur. (Avn bin Abdullah)
Amellerin en kıymetlisi, mü'minin kalbine sürûr (sevinç) vermektir (mü'mini sevindirmektir). (Muhammed bin Sûka)
Amellerin kabûl olması ihlâsa, yâni bütün işleri yalnız Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için yapmağa bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

Amel Defteri:
İnsanların dünyâda iken yaptığı bütün işlerinin yazıldığı ve Arasât meydanında herkese verilecek olan defter.
Bir kimse kıyâmette mîzâna getirilir. Sonra herbirinin büyüklüğü, gözün görebileceği uzunlukta olan doksan dokuz amel defteri getirilir. Bu defterlerde o kimsenin iyilik ve kötülükleri yazılıdır... (Hadîs-i şerîf-Eş-Şerîa)
İnsanlar kıyâmet günü bir yerde toplanırlar. Onların üzerine siyâh bir bulut gelir. O bulut, insanlar üzerine amel defterlerini yağdırır. Mü'minin amelleri, sanki gül yaprağı üzerine yazılmıştır. Kâfirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir . (İmâm-ı Gazâlî)

Amel-i Kalîl:
Namaz kılarken bir rükünde bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir veya iki hareket.
Namazda amel-i kalîl mekrûhtur. Zararlı haşerâtı namazda iken amel-i kalîl ile öldürmek câiz, ısırmayanı tutmak ve öldürmek mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)

Amel-i Kesîr:
Namaz kılarken, bir rükünde namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç veya iki elin bir hareketi.
Amel-i kesîr namazı bozar. (Alâüddîn Haskefî)
İmâm, amel-i kesîr olacak kadar tegannî ederse, yâni sesi boğazında tekrarlayıp, türlü sesler çıkarırsa, yâhut üç harften fazla ilâve ederse namazı bozulur. (İbn-i Âbidîn)

Amel-i Sâlih:
İyi amel, yararlı iş. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iş, ibâdet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Erkek ve kadından her kim mü'min (îmânlı) olarak amel-i sâlih işlerse, işte onlar Cennet'e girerler, orada hesâbsız olarak, rızıklandırılırlar. (Mü'min sûresi: 40)
Bir kimse, zulm yâni günah işleyip, sonra tövbe eder amel-i sâlih işlerse, Allahü teâlâ tövbesini elbette kabûl eder. (Mâide sûresi: 39)
Rabbine kavuşmak isteyen bir kimse, amel-i sâlih, işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın. (Kehf sûresi: 110)
Amel-i sâlih, İslâm'ın beş rüknü, direğidir. İslâm'ın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile kusûrsuz yaparsa, Cehennem'den kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar aslında sâlih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim , Kur'ân-ı kerîmde Ankebût sûresi kırk beşinci âyetinde meâlen; "Kusursuz kılınan bir namaz, insanı kötü, çirkin işleri işlemekten korur" buyruldu. (İmâm-ı Rabbânî).
İnsan kabre konulduğunda dünyâda iken yaptığı amel-i sâlihleri güzel sûrette, güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak yanına gelir. "Beni bilmez misin?" der. O da der ki: "Sen kimsin ki, Allahü teâlâ seni benim şu garîb olduğum zamanda bana ihsân eyled i." O da der ki: "Ben senin sâlih amelinim (işlerinim). Korkma, mahzûn olma! Biraz sonra Münker ve Nekîr melekleri gelirler ve sana süâl ederler. Onlardan korkma!" der. (İmâm-ı Gazâlî)


ALEYHİSSALÂTÜ VES-SELÂM:
Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.
Peygamber efendimiz aleyhissalâtü ves-selâm buyurdu ki: "Cehennem'e girmesi haram olan ve Cehennem'in de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mü'mindir." (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

ÂL-İ İMRÂN:
İmrân âilesi. Süleymân aleyhisselâmın evlâdından İmrân bin Mâsân'ın kendisi veya onun kızı hazret-i Meryem ile oğlu hazret-i Îsâ. Âl-i İmrân'ın, Yâkûb aleyhisselâmın evlâdından İmrân binYeshâr'ın kendisi veya oğulları Mûsâ ile Hârûn aleyhisselâmın ol duğu da bildirilmiştir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Gerçekten Allahü teâlâ, Âdem'i, Nûh'u, Âl-i İbrâhim'i, Âl-i İmrân'ı (peygamberlik, rûhî ve bedenî üstünlükler vermek sûretiyle kendi zamanlarındaki) âlemlerin üzerine mümtâz kıldı (seçti) . (Âl-i İmrân sûresi: 33)

Âl-i İmrân Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin üçüncü sûresi.
Âl-i İmrân sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). İki yüz âyet-i kerîmedir. Otuz üçüncü âyet-i kerîmede geçen Âl-i İmrân kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede, Allahü teâlânın birliği, yüce sıfatları bildirilmekte, bütün peygamberler in tasdîk edilmesi emredilmekte, onların hepsinin Allahü teâlânın kulları olduğu, bâzısını inkâr etmenin bâzısını ilah edinmenin yanlışlığı açıklanmakta, müslümanlara, Allahü teâlânın maddî ve mânevî ihsanları hatırlatılarak, bir hikmetten dolayı zaman zaman karşılaştıkları zahmetlere, musîbetlere sabretmeleri tavsiye edilmekte ve daha başka hususlar bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Kurtubî)
Âl-i İmrân sûresinde meâlen buyruldu ki:
Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız. Cennet'in büyüklüğü gökler ve yer kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi af ederler. Allahü teâlâ, iyilik edenleri sever. (Âyet: 133-134)
Kıyâmet gününde Kur'ân-ı kerîm ve onunla amel edenler getirilirler. Kur'ân-ı kerîmin önünde, (en uzun oldukları ve en çok hüküm kendilerinde olduğu için) Bekara ve Âl-i İmrân sûreleri bulunacaktır. Bu iki sûre sanki iki bulut yâhut aralarında bir nûr bulunan iki siyah gölgelik veya sâhiblerini müdâfaa eden (savunan) saf bağlamış uçan iki kuş topluluğu gibi olacaklardır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

ALÎM (El-Alîm):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devâmlı ve eksiksiz bilen.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O, her şeyi alîmdir. (Hadîd sûresi: 5)
El-Alîm ismi şerîfini söylemeye devâm edene mânevî sırlar açılır, hikmet ve mârifete kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)

ÂLİM:
Bilen, ilim sâhibi.
1. Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
Allahü teâlâ gizliyi de âşikar olanı da âlimdir. (Haşr sûresi: 22)
2. Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesi ne ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen müctehid.
Âlimler peygamberlerin vârisleridir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz. Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır. ( Hadîs- i şerîf-Künûz-ül-Hakâik)
Âlimin yüzüne bakmak İbâdettir. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâik)
Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u ulûmiddîn)
Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı (devlet başkanlarını) hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti (insanlığı) yıkılır. (Abdullah bin Mübârek)
3. Bir ilim dalında yetişmiş mütehassıs kimse (uzman).
Allahü teâlâ birine iyilik vermek isterse onu fıkıh âlimi yapar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Fıkıh âlimleri kıymetlidir. Onlarla berâber bulunmak ibâdettir. (İbn-i Âbidîn)
Âlimin kıymetini ancak âlim anlar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
4. Öğreten, öğretici.
Ya âlim, ya talebe, yâhut bunları dinleyici ol. Bu üçten olmazsan helâk olursun. (Hadîs-i şerîf-Ahmed ibni Hanbel) Âlimin bir nazarı bulunmaz hazînedir Bir sohbeti yıllarca bitmez kütüphânedir.
(Seâdet-i Ebediyye)

ALİYY (El-Aliyy):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
"O (Allah) Aliyy'dir. Hakîm (her işinde hikmet sâhibi) dir. (Şûrâ sûresi: 51)
El-Aliyy ism-i şerîfini söyleyen, işlerinde muvaffak olup ilerler. (Yûsuf Nebhânî)

ALLAH (Celle Celâlühü):
Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.
Allahü teâlâ zâtı ile vardır. Varlığı kendi kendiyledir. Şimdi var olduğu gibi, hep vardır ve hep var olacaktır. Varlığının önünde ve sonunda da yokluk olamaz. Çünkü onun varlığı lâzımdır. (Teftezânî)
Allahü teâlâ madde değildir. Cisim değildir (element değildir. Karışım, bileşik değildir). Sayılı değildir. Ölçülmez. Hesab edilmez. O'nda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı-üst ü, sağı-solu yoktur. İnsan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, O'nun hiçbir şeyini anlıyamaz. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)
Bütün varlıkların her organının her hücresinin yaratıcısı, yoktan var edicisi yalnız Allahü teâlâdır. O, akla hayâle gelenlerin hepsinden uzaktır. Hiçbiri O değildir. Ancak Kur'ân-ı kerîmde, bizzat kendisinin açıkladığı sıfatlarını, isimlerini ezberl eyip, ulûhiyetini (ilâhlığını), büyüklüğünü bunlarla tasdik ve ikrâr etmeli, söylemelidir. Akıllı ve büluğ çağına ermiş erkek ve kadın her müslümanın, Allahü teâlânın Zâtî ve Subûtî sıfatlarını doğru olarak öğrenmesi ve inanması lâzımdır. Herkese ilk farz olan şey budur. Bilmemek özür olmaz, büyük günâhtır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
Allahü teâlânın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yoktur. Anası, babası, oğlu, kızı, eşi yoktur. Hıristiyanlar Allahü teâlâya baba demektedirler. Allahü teâlâya "baba", "Allah baba" diyenin îmânı gider. Müslümanlıktan çıkar. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
Allahü teâlâyı İslâmiyetin bildirdiği isimler ile anmak söylemek lâzımdır. Allah adı yerine tanrı kelimesi kullanılamaz. Çünkü tanrı, ilâh, mâbûd demektir. (Başka dillerdeki Dieu, Gott ve God kelimeleri de ilâh, mâbûd mânâsına kullanılabilir.) Allah adı yerine kullanılamaz. (Seyyid Şerîf)
Cumâ günü namazdan önce abdestli, elbisesi temiz ve kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkarmış olarak iki yüz kerre "Yâ Allahü el-mahmûdü fî fiâlihi" derse, Allahü teâlâ onun hastalığına şifâ verir. (Yûsuf Nebhânî) Allah adın zikredelim evvelâ Vâcib oldur cümle işte her kula Allah adın her kim ol evvel ana Her işi âsân (kolay) eder Allah ana ........ Bir kez Allah dise aşk ile lisân Dökülür cümle günah misli hazan.
(Süleymân Çelebi)
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dini Sözlük (A'dan Z'ye)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dini Sözlük (A'dan Z'ye)
» Adan Zye ŞİFALI BİTKİLER
» AXA İngilizce konuşan sözlük DOWNLOAD
» 7 Dilde Sözlük html kodu
» Oto sözlük arac sahipleri mutlaka bu bilgilerden yararlanin

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dini Bilgiler :: Dini Bilgiler :: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)-
Buraya geçin: