Felsefe Sözlüğü Spacer
Sitemizi Sitemizi Taşıdık Daha çok İçerik İçin Flatcast.wen.tr sitemizi ziyaret edin


1- Sitemizde 7 Adet Moderatör Alınacaktır.
2- Admin 'e Kadar Yükselme Şansınız Var.
3- Haftanın ve Ayın Üyesi Seçimleri Devam Etmektedir.
4- Sitemiz Yeni Tema ve Konularıyla Karşınızda...
5- Misafirken Sitemizden Faydalanma Oranınız %70 'dir
6-cikiş icin Do not display again tuşunu tıklayiniz
.



İYİ FORUMLAR
Felsefe Sözlüğü Spacer
Sitemizi Sitemizi Taşıdık Daha çok İçerik İçin Flatcast.wen.tr sitemizi ziyaret edin


1- Sitemizde 7 Adet Moderatör Alınacaktır.
2- Admin 'e Kadar Yükselme Şansınız Var.
3- Haftanın ve Ayın Üyesi Seçimleri Devam Etmektedir.
4- Sitemiz Yeni Tema ve Konularıyla Karşınızda...
5- Misafirken Sitemizden Faydalanma Oranınız %70 'dir
6-cikiş icin Do not display again tuşunu tıklayiniz
.



İYİ FORUMLAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  ~*SOHBETYERi_FM~*SOHBETYERi_FM  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  AramaArama  iletişim  

Sitemizi Taşıdık Yeni Sitemizi ziyaret etmek için Linke Tıklayın http://flatcast.web.tr/


 

 Felsefe Sözlüğü

Aşağa gitmek 
2 posters
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:06 pm

Aydınlanma Çağı


1. Aydınlanma Çağı Felsefesi


Aydınlanma Çağında insan ve aklın önemi nedir?


1Emmanuel Kant aydınlanmayı "Sapere Aude", aklını kullanma cesaretine sahip ol
diye tanımlıyordu. Bu aydınlanmanın temel felsefesidir.
Aydınlanmacılara göre hep geleneksel bağnaz gruplarca insanların akıllarını kullanmaları
engellenmişti. Ancak artık insanlar kafalarını kullanmalı, başka etkilerle
değil salt akıllarıyle hareket etmeliydi. Bu şekilde her türlü bağlardan, takımlardan
sıyrılma aydınlanmış insanın özelliğini oluşturmaktaydı.
Aydınlanmacılarda da önemli olan insandı. Aydınlanmacılar da Antik çağ sofistleri
gibi "insanın her şeyin ölçüsü" olduğuna inanmışlardı. Ancak sofistlerin bilgilerin
kişilere göre farklı algılanmalarını ileri sürerek aklı küçümsemelerine karşın aydınlanmacılar
aklın sınırsız bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. Ayrıca aydınlanma
çağı düşünürlerinin bir kısmı rationalizmin (akılcılığın) yanında akıla veri sağlayan
amprisme (deneycilik) de önem vermekteydiler. Örneğin Descartes'in rationalist
geleneğini sürdüren Francis Bacon'ın metodcu ve deneyci geleneğini sürdüren İngiliz
amprist filozoflar T. Hobbes, J. Locke, Berkeley, Huma v.s. bunların belli başlılarıdır.
Aydınlanma Çağı düşünürleri her türlü etkiden kurtulmuş bağımsız aklın, tüm
kültür alanlarında büyük aşamalar katedeceğine inanıyorlardı. Onlara göre "Bilgi
Kuvvetti ".
Aydınlanmanın akılcı düşüncesi doğa üstü ve doğa dışı her şeye karşıydı. Bu nedenle
gerçek olan doğada olandı.

2. Aydınlanma Felsefesinin Dayandığı Temel İlkeler


Aydınlanma felsefesinin temel ilkeleri nelerdir, özellikleri nasıldır?


Aydınlanma felsefesinin dayandığı temel ilkeler şunlardır:
• Rationalizm (Akılcılık): Aydınlanmacılara göre insan yaşamında akıl hemen
hemen her şey demekti. Antik çağlardan beri insanı yükselten ve yücelten
akıldı. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve üstün yapan akıldı. Az akıllı insanlar
her hangi bir canlı, akıllılar ise insandı. İnsanın insanı olması kadar, tüm insanlığını
ilerlemesi ve mutluluğu kavuşması için gerekli olan akıl, akılcı düşünce ve
evrensel akıldı.
• Amprisme (Deneycilik): Aydınlanmacıların bir kısmı, akılcılığın yanında deneyciliğin
de önemli olduğunu söylüyorlardı. Akılcı bir düşünüş gerçeğe erişmek
için zaten deney yapardı. Doğru ve yanlışı anlıyabilmek için deney yapmak,
bunların sonuçlarını ve verilerini akılcı bir düşünüşle değerlendirmek gerekiyordu.
Deney aklın kullandığı bir metoddu.
• Mutluluk: Aydınlanmacılara göre insanın mutluluğu öbür dünyaya yönelik
bir çaba değil, bu dünyadaki yaşamıyla ilgiliydi. Çünkü insan rahat, kendine layık
ve mutluluk içerisinde yaşamasını sağlar bir hale getiren yine insanın kendisiydi.
İnsanlar varolduklarından itibaren doğaya kendilerini uydurdukları gibi,
doğaya eğemen olmaya çalışarak yaşam standartlarını sürekli yükselmişlerdi.
Bu insanın daha iyi, daha mutlu, insanca yaşaması demekti.
Aydınlanma düşüncesine yine yaşamla ilgili Eudomanizm (Hazcılık) fikri
yer almaktaydı. Buna göre insan iyi yaşamalı ve yaşamdan zevk almalıydı.
Çünkü bir optimist görüş insanın kendisine ve diğer insanlara sevgi ve saygısını
artıracaktı. Böyle dışa dönük, optimist insanlar aynı zamanda başarılı olanlardı.
Eudomanist düşünce, aynı zamanda utilitarist (yararcı) görüşü de beraberinde
getirmekteydi. Çünkü kendisi ile barışık olan insan, başkalarıyla da barışık
olduğundan kendisini düşündüğü kadar, başkalarını da düşünecek ve onlara
yararlı olacaktı.
• Bilim ve Doğa: Aydınlanmacılara bilim ve doğaya çok önem veriyorlardı.
Bilim zaten akılcılığın bir ürünüydü. XVII. y.y.'daki hayranlık uyandırıcı bilimsel
gelişmeler, XVIII. y.y.'da özümsendi. Bu dönemde de bir önceki yüzyıldaki
bilimsel gelişmeleri sürdüren üstün yetenekli bilim adamları vardı. Örneğin
Euler, Lagrange ve Laplace matematik, fizik ve astronomi alanlarında bilimsel
teorileri temel alarak bunları daha da geliştirdiler. Örneğin Laplace ünlü "Nebilöz
Hipotezi" ile gök cisimlerinin gazlardan oluştuğunu ortaya koydu. Lavoisier
kimyada devrim yaptı, Cavandish oksijeni keşfetti.
Bilim adamları yanında düşünürler, hatta krallar bile doğa bilimleriyle ilgilendiler.
Doğadaki yaşam, flora, fauna, doğa dengeleri hem ayrı ayrı hem birlikte
bir ilginin alanlarıydı. Nitekim buradaki gelişmeler XIX y.y.'da ünlü bilgin
Charles Darwin'in "Türlerin Kökeni" teorisiyle doruk noktasına erişecektir.

3. Aydınlanma Felsefesinin Çeşitli Alanlardaki Görüşleri


Aydınlanma felsefesinin bu alandaki görüşleri şunlardır:
3.1. Devlet Görüşü


Mekanist devlet görüşünün nitelikleri nelerdir?


Aydınlanma çağının devlet görüşü "Mekanist" devlet görüşüdür. Buna göre devlet
kendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlık değildir. Bir tür "Contrat" sözleşme
ile oluşmuş halkın hizmetinde olan bir kuruluştur. Onlara göre devlet bireylerin
ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiş bir kurumdan ibaretti. Aydınlanmacılar'dan
Locke'un devlet anlayışı liberaldi. Locke kişilerin doğal haklarını
esas almaktaydı. Rousseau'ya göre ise devlet kendini meydana getiren kişilerin yararlarının
dışında davranamazdı. Ona göre devletin görevi kişinin hak ve özgürlüklerini
garanti etmekdi.
Böylece aydınlanmacılara göre kişilerin ne düşündükleri neye inandıkları devleti ilgilendirmez.
Devletin görevi, kişilerin hak özgürlüklerini korumak ve onların esenliğini
rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamaktı.
3.2. Dinsel Görüş


Aydınlanmacıların din anlayışı nasıldır?


Aydınlanmacılara göre özgür bir devlette din özgürlüğü olmalı, devlet, din işlerine
karışmamalıydı. Din, insanın vicdanı ile ilgili bir konuydu, kişiler toplumda dinsel
inançlarıyla özgürce yaşayacaklar ve devlet, ülkeye zararı olmadıkça onlara karışmayacak
hatta koruyacaktı. Devlet bu konuda yanlı olmayacaktı.
Aydınmacıların dinsel görüşü "Doğal din" 'idi. Onlar buna akıl dini de diyorlardı.
Bu akla uygun ve aklın benimsediği din demekti. Onlara göre doğal din her türlü dış
form ve gelenekten bağımsız olarak insanın doğasında var olan bir dindi.
Ancak bunların içerisinde Hristiyanlık ile doğal dini Locke ve Wolff gibi uzlaştırmaya
çalışanlar da vardı. Onlara göre Tanrı buyruğu aklın üstündeydi, ama akla uygundu.
Aydınlancıların dinsel görüşü daha çok deist (akıldini) idi. Temelde Theist (dindar)
ile deist (akıl dini) aynı kökten "theo" Tanrı sözcüğünden kaynaklanmaktaydı. Ancak
biri Grekçe "Theos", değeri de Latince "Deus" tan, türetilmişti. Deistlere göre
Tanrı sadece insanın var ve yok olmasında vardı. Bunun ikisinin arasında, yani, yaşamda
Tanrı tarafından verilmiş akıl yer almaktaydı.

3.3. Eğitim Görüşü


Aydınlanma Çağı filozoflarının eğitim görüşleri nasıldır?



Aydınlanma Çağı'nın nationalist felsefesi eğitim düşüncesine de etki etmişti. Akıl
her şeyin doğrusunu yapabilecek bir güce sahip olduğundan eğitim de akla uygun
bir biçimde düzenlenmeliydi. Aydınlanmacılara göre insan aklı doğuştan Tabula
Rasa idi, insan aklına eğitimle istenilen şekil verilecekti.
Aydınlanmacılara göre, insan, aldığı eğitim ne ise oydu. Onlara göre bir insanda
eğitim az olursa fikirler de az olurdu. Böylece aydınlanmacılar insanın doğuştan saf
ve temiz olduğunu, daha sonraki şekillenmesinin, kişiliğinin eğitimle oluştuğunu
söylemekteydiler.
İngiliz J. Locke, eğitim konusunda optimist (iyimser) bir görüşe sahipti. Locke'a göre
on insandan dokuzunun kötü ya da iyi, yararsız ya da yararlı v.s. oluşu onların aldıkları
eğitimin bir sonucuydu.
Aydınlanmacılara göre eğitim metodunun temelini gencin sahip olduğu yeteneklerini
geliştirici olması oluşturuyordu. Buna göre eğitim doğaya uygun olmalı yani
eğitimin görevi, doğa verisi olan yetenekleri doruğa eriştirmek ve doğal gelişimini
desteklemekti. Böylece çocuğa verilecek eğitim hem vücutsal ve hem de zihinsel olmalıydı.
Örneğin Locke bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal, didaktik (öğretici), pratik
beceriler ve seyahatlerden oluşan bir eğitimi birlikte önermekteydi.
Aydınlanmacıların eğitim görüşleri ayni zamanda pragmatist (yararcı) idi. Buna
göre eğitim yaşamda işe yarar olmaya göre planlanmalıydı.
Fransız aydınlanmacılar da İngiliz aydınlanmacılar gibi doğal eğitim istemekteydiler.
Onlara göre eğitimde metafizik doğmalara değil biyolojik ve fizyolojik olğulara
yer verilmeliydi.
Fransız aydınlanmacılardan olan Julien Offrey de Lamethrie göre akılcı eğitime
önem vermekteydi. Ona göre eğitimi az olanın fikirler de az olurdu.
Diğer bir Fransız aydınlanmacı Etienne Bunnot de Condillac da akılcı eğitimi ve bunun
yararcı olmasını önermekteydi.
Claude Adrien Helvetius ise sansualist (duyumcu) eğitimin geliştiricisidir. Ona göre
çeşitli insanların zihinleri arasında eşitsizlik tek bir nedenin, eğitimdeki eşitsizliğini
eseriydi. Helvetius göre tüm insanlar zihinsel yönden doğuştan eşit yeteneklere
sahiptiler. Bu nedenle insan aldığı eğitim ne ise öyle olmuştu. Helvetius ayrıca eğitimi
sadece insanın geliştirilmesi yönünden değil, tüm toplumun geliştirilmesi yönünden
sınırsız bir güç olarak niteler.
Louis Rene de Caradeux de la Chalotais ise laik eğitimin bir temsilcisidir. Ona göre
insanların kültürel yönden geri kalmışlığının nedeni zihinlerin manastırlara ait kavramlarla
doldurulmuş olmasıydı. Chalotais'ye göre toplumun refahı uygar bir eğitim
gerektirmekteydi. O bir ulusal ve demokratik bir sistemi istiyordu. Eğitim metodunda
ise doğaya uygunluğu önermekteydi. Bu konuda çocuklara uygulanacak öğretimde
esas alınacak ilkeler, bizzat doğaya uydukları biçimdeki ilkeler olmalıydı.
Ona göre doğa en iyi öğretmendi. Chalotais tüm ders kitaplarındaki türlü soyutlamaların
temizlenmesini istemekteydi.
Rousseau'ya göre eğitimin amacı insanları I' homme, citoyen (vatandaş) yapmak
değil, I' homme naturel (doğal insan) yapmak olmalıydı. O'na göre çocuk ne hekim
ne asker ne de din adamı olmamalıydı. O herşeyden önce insan olmalıydı. Bu görüşe
göre insan önce insan olmalı, ondan sonra herhangi bir mesleğin insanı olmalıydı.
Rousseau, Emile adlı eserinde eğitimin ilk görevinin, doğanın gelişimine engel olacak
herşeyin baskı, metodunun ortadan kaldırmasını istemekteydi. Ona göre emir
ve itaat çocuğun lügatında yoktu. Aynı esere göre çocuk belirli bir meslek için değil,
insan olmak için eğitilmeliydi. Eğitimde sadece çocuğun aklına hitap edilmemeli,
eğitim ve deney yaşantılarla da desteklenmeliydi. Böylece insan her yönüyle, tüm
yetenekleriyle bir harmoni içerisinde gelişmiş bir varlık olmalıydı.
Alman aydınlanmacılardan Johann Bernard Basedau'a göre eğitim, aydınlanma felsefesine
uygun, akla ve yararcılık ilkelerine göre olmalıydı. Ona göre ülkenin mutluluğu
ve güvenliği halkın mutluluğu ile orantılı olmalıydı, bunun en güvenilir
amacı ise eğitimdi. Çocuklara bedensel ve zihinsel formasyon sağlayacak bir eğitim
verilmeli, okullar kiliseden bağımsız olmalıydı. Okullarda çocuklar herkes için yararlı,
yurtsever ve mutlu bir yaşam için eğitilmeliydi.
Basedau Plilantropin (insan sevgisi) adlı ilkokul, öğretmen okulu ve eğitim enstitüsünden
oluşan bir eğitim kurumu açmıştı. Bu okulun eğitim sistemi doğa, okul ve
yaşamın harmonik biçimde birleştirilmesi oluşturuyordu.
Gothold Ephraim Lessing ise insanlık eğitim görüşünü benimsiyordu. Ona göre insanlığın
eğitimi tek tek fertlerin eğitimi gibi kademelerden oluşmaktaydı. Böylece
tek tek birey ile tüm insanlık arasında bir paralellik vardı. Lessing'e göre eğitim, her
bir insanda gerçekleşen bir aydınlanmaydı. Her bir insan için eğitim ne ise, bütün insan
soyu için de oydu.
Merquise de Condorcet'ye göre ise dünya var olduğu sürece insanın mükemmelleşme
olanakları içerisinde gerçek bir sonsuz gelişme vardı. Eğitim, insan soyunun bu
sürekli gelişmesini daha yüksek ve mükemmelleşmiş biçim erişmesini sağlayacaktı.
Condorcet, insanın doğal olarak iyi olduğunu ve onun eğitim ve öğretimle mükemmelleştirilebileceği
konusunda optimist bir görüşe sahipti. Ona göre okullar insanlara
kendi haklarını gerektiği gibi koruyacak ve gereksinimlerini karşılayacak
bir formasyon kazandıracaktı. Condercet'in eğitim görüşünün temelinde özgürlük,
eşitlik, kardeşlik ve laiklik vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:19 pm

VAROLUŞÇULUK:(Egzistansiyalizm -Existantialism)Bu akımın dayandığı felsefe varoluşçuluktur. /J.P.Sartre
Varoluşçular insana önem verirler.
Varoluş özden önce gelir.
İnsan hayatı süresince ne yapacağı hakkında kararı kendisi vermelidir.
Her insan kendisinden, kendi değer yargılarından sorumludur.
Bu felsefenin eğitime getirmek istediği unsur “İnsan Özgürlüğü”dür.
Eğitim, kişinin kendi gerçek özellikleriyle tanımasına imkan vermelidir.
Okul programları “ kişiliklerin gelişmesine” yardımcı olmalıdır.
Öğretmenin görevi kişinin kendisini tanımasına yardımcı olmaktır.
Öğretimde kişiye değişik seçenekler vererek, doğruyu bulma ve kendi gerçeklerini seçme fırsatı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:20 pm

Utulitarizm
Etikte bir eylemin doğruluğunu etkilediği kişilere getirdiği mutlulukla ölçen görüş.

İngiliz düşünürleri Jeremie Bentham’ın temellerini atıp John Start Mill’in geliştirdiği utilitarizm öğretisine göre ahlakın ölçütü yarardır.
Mill “felsefenin doğuşundan beri düşünürlerin en üstün “iyi”nin ne olduğunu aradıkları ve bunu Bentham’la birlikte bulduğunu savunur. Ve en üstün iyi yarardır ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır der.

Utilitarizm herhangi bir eylemin yalnızca o eylemde bulunan kişiye değil herkese yarar sağlanmasına doğruluk ölçütü olarak alır.

Bentham ve Mill’e göre mutlak iyi haz duygusunun acıya yalnızca yararlılık ilkesi ışığında yorumlandıklarında anlamlıdır. İnsan davranışının tek amacı haz duygusunu arttırmak olduğunda herhangi bir davranışın doğruluğunun ya da gerekliliğinin belirlenmesinde alınacak ölçüt de bu mutluluk hedefi açısından yararlıdır. En çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” sağlayacak eylem özellikle yaşama alanında önemli rol oynar. Yasa koyucu toplumdaki bireyler en üst düzeye çıkarmaya çalışır. Benzer biçimde bireyin öbür topluluk üyelerine zarar vermesini engellemek için de caydırıcı cezalar belirler. Bu ceza kötüdür fakat daha büyük bir kötülüğü önlediğinden yaralı görülebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:27 pm

Tümdengelim
Tümelden tikeli ve genelden özeli çıkaran uslamlama yöntemi... Tümdengelim, doğru olan ya da doğru olduğu sanılan önermelerden zorunlu olarak çıkan yeni önermeler türetir. Öncüller doğruysa sonuç da mantıksal bir zorunlulukla doğrudur.

"Örneğin: insan ölümlüdür , Ahmet insandır öyleyse Ahmet de ölümlüdür" tasımı, tümden gelen bir tasımdır. Bütün insanların ölümlü oldukları doğruysa Ahmet de bir insan olduğuna göre Ahmet’in de ölümlü olması zorunludur, başka türlü olamaz.

Deneysel bilimin , tümevarımcı bilgi yönteminin kurucusu Francis Bacon deneye başvurmadığı, salt düşünsel bir uslamlama olduğu için tümdengelimi yadsımıştır. Buna karşıt Hegel , tersine, ancak tümdengelenin gerçek olduğunu, bireyselden yola çıkılarak tüme varılamayacağını savunmuştur. Ona göre idealizm için tek geçerli yöntem, tümdengelim yöntemidir.

Tümdengelim ve tümevarım yöntemleri, tümelle tikel (genelle özel) arasında sıkı bir ilişki gören ve bu ilişkiyi en doğru şekilde ortaya koymanın yollarını araştıran Aristoteles’in buluşudur. Genelden özele inen tümdengelim yöntemiyle özelden genele çıkan tümevarım yöntemi 17. yüzyıldan itibaren bir hayli gelişmiştir. Özellikle bu iki yöntem arasındaki bağlılık, ikisinin birlikte kullanılması diyalektik mantıkta gerçekleşmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:37 pm

Tümevarım
Tekil ve tikelden tümeli, özelden geneli çıkaran uslamlama yöntemi... Francis Bacon, bilimsel araştırma yönteminin felsefesel içeriğini saptayarak tümevarımı şöyle tanımlamıştır: “bilmek için sınamak, gözlemlemek, olayları çözümlemek ve sonra ayrı olaylardan genellemeler yapmak ve sonuçlar çıkarma yöntemi” . tümevarım yöntemi , bilimsel önemini 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış ve Francis Bacon, Galile , Newton ve John Stuart Mill’in katkılarıyla bir hayli gelişmiştir. Bugün iki türlü tümevarım ayırt edilmektedir: Bir sınıfa giren bütün öğelerin incelenmesi sonucu olan tam tümevarım, bütün öğelerin incelenemeyeceği durumlarda zorunlu olarak başvurulan ve çok sayıda öğenin incelenmesiyle yetinen eksik tümevarım. Eksik tümevarımlarda varılan sonuç belkili bir sonuçtur. Örneğin birçok kedinin kuyruklu olduğuna bakarak bütün kedilerin kuyruklu olduğu yolunda tümevarımsal bir sonuç çıkarırız, ne var ki Man adalarında yaşayan kediler kuyruksuzdur. Bu yüzden “bütün kediler kuyrukludur” dememiz daha doğru olurdu.
Deneysel bilimler, olaylardan yasalara götüren bir yöntem olan tümevarım yöntemini kullanırlar, tümdengelimi kullanırlar . örneğin bir buz parçasının ateş üstünde eridiğini birçok kez görsek “ateş buzu eritir” tümevarımını uslamlarız. Bilim, şöyle bir tasımlama yaparak bunu yasalaştırır: birinci öncüle nedensellik ilkesini koyar ve “ aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonuçlar verir” der. İkinci öncüle deneylerimizin sonuçlarını yerleştirir ve “ateş buzu eritir” der. Sonra bu sonucu tümelleyip bilimsel bir yasa haline getirir ve “ısı her zaman buzu suya dönüştürür” der. Bu yasayı bilimsel olarak ortaya koyan , görüldüğü gibi, nedensellik ilkesidir, sadece gözlemlerimiz ve deneylerimiz değildir
Diyalektik materyalizm, tümevarımla tümdengelimi, bilgi sürecinin, birbirlerini belirleyen ve kopmaz bir bağımlılık içinde bulunan yanları olarak görür; ayrı ayrı yeterli bulmaz ve bunlardan birinin saltıklaştırılmasına karşıdır. Tümevarımla tümdengelimin bağımlılığı, kuramla kılgının bağımlılığı gibidir. Deneysel verilerden kuramsal sonuçlar çıkarılırken (tümevarım) o kuramsal sonuçları deneyleyerek (tümdengelim) doğrulamak gerekir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:42 pm

Töz
(Cevher)


İnsan düşüncesinde nitelikleri sürekli değişebilmek ile birlikte kendisi ve özü hiç değişmeyen, niteliklerin taşıyıcısı olan, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik.

John Locke, “ niteliklerin yalnız başlarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan bu şeyin de birçok nesnelerde bulunduğunu varsayıyoruz, işte bu ortak desteğe Töz adını veriyoruz...” demiştir.

Descartes de şöyle demektedir: “tözü düşündüğüm zaman, var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrı’dır.”

Hollandalı Yahudi düşünürü Spinoza da şöyle diyor: “töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur...”

İslam düşünürlerine göre töz, ya kendi özünden dolayı ya da kendi başına vardır. Kendi özünden dolayı varolan, varolması için hiçbir şey gerekmeyen cevher Tanrı’dır. Kendi başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bir başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bulunmayan, başka bir şeye dayanmayan bağımsız olan tözdür. Bu anlamda Tanrı dışındaki nesnelerde tözdür. Bu düşünürlere göre soyut tözler başlangıçsız, maddi tözler ise yaratılmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:44 pm

Teizm
Evreni yaratan ve yöneten, vahiy yoluyla insanlara buyruklar veren bir tanrının varlığına inanır. Teizm deyimi usu ve iradesi olan kişisel bir tanrının varlığını ileri sürmekle vahyi inkar ederek herkesin kendi aklına tabi olmasını ileri süren teizmin Allah ile alemi bir sayan panteizmin, Allah’ı ve dini inkar eden ateizmin, çoktanrıcılığı kabul eden politeizmin karşısındadır. Bağnaz dinsel bir felsefe öğretisidir, bilimi yadsır. Tanrıya insansal duygular yükleyen biçimine kişisel teizmin , tanrıyı tüm nesneleri nedeni sayan biçimine ussal teizm denir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 9:59 pm

Sansualizm
Bilginin duyumdan geldiğini savunan öğreti... Bu öğreti, zihnin bir tabularasa (boş bir kağıt) olarak görülmesinin sonucudur.

Duyumculuk bilgilerimizin usun uranı olduğunu savunan usçuluk ve doğuşumuzdan beri bizimle beraber bulunduğunu savunan doğuştancılık öğretilerine karşıt bir öğretidir. Bilginin deneyden geldiğini, savunan ampirizm, duyumcu bir temel üzerinden yükselmiştir.

Duyumculuk, antikçağ Yunan düşüncesinin bilgicilik akımıyla başlar. Protagaras’a göre bilgimizin tek kaynağı duyumdur. Duyumlarımızın dışında başka hiçbir bilgi edinilemez. Bunun içindir ki ilk neden’i araştırmak boşunadır.

“ insan her şeyin ölçüsüdür”. Atomav Demokritos, Epikuros gibi düşünürler de bu kanıdadırlar.

Duyumculuk temelde özdekçi bir öğretidir ve nesnel bir gerçekliğe dayanır. Çünkü, duyumlar, dış dünyanın nesnel gerçekliğin imgeleridir.

Bilgi kuramının ilk ve sağlam kanıtı, bilgilerimizin biricik kaynağının duyumlar olduğudur. İkincisi; duyum insana nesnel gerçeği bildirir. Üçüncüsü; sağlam ve kuşkulanamaz kanıt da, pek açık olarak şöyle dile gelir; Nesnel gerçek özdeksel yapıdadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:00 pm

Rölativizm



Fizikte ölçümlerin ve fizik yasalarının, birbirlerine göre farklı hareket durumlarında bulunan gözlemciler bakımından değişebilirliğine ilişkin kavram. Klasik fizikte evrenin her yerindeki bütün gözlemcilerin, hareketli olsunlar olmasınlar özdeş uzay ve zaman ölçümleri yapacakları kabul edilir, hız ve uzaklık gibi nicelikler, birbirlerine göre düzgün hareket eden referans sistemlerinin birinden öbürüne Galilei dönüşümleri adı verilen işlemlerle taşınabilir. Buna karşılık, görelilik kavramına göre gözlemcilerin ölçümlerinde buldukları sonuçlar, göreli hareketlerine bağlıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:00 pm

Realizm
Varlığın, insan bilincinden bağımsız ve nesnel olarak varolduğunu ileri süren görüş. Realizm bilgi kuramı açısından nesneyi özneye, bilineni bilene bağlı kılan idealizmin, kavram açısından da şeylerin yapısının gerçekliğini adlarla sınırlayan adcığın ve ortaçağın sonlarına doğru adcılığın yerini alan kavramcılığın karşıtıdır.

Felsefi anlamda iki tür gerçeklikten söz edilebilir. Bunlardan biri şeylerin yapısına, öbürü ise şeylere ilişkindir. Birincisinde zihinden bağımsız bir özün varlığı, ikincisinde ise zihinden bağımsız somut, tikel ve görülmediğinde bile temel özelliklerini koruyan deney nesnelerinin varlığı kabul edilir.

İlkçağda kendiliğinden realizm vardı. Kendiliğinden realizmciler “tımarhaneden ya da idealist düşünürlerin okulundan çıkmamış her insan, çevresinde, bilinçten bağımsız bir dünya bulunduğunu bilir” cümlesini savunuyorlardı. Buna göre taşları, toprakları, ağaçları vb. var eden insan bilinci değildir. Çünkü bunlar dünya üstünde insan varolmadan önce de vardı. Dünya, milyarlarca yılını bu doğal varlıklarıyla yaşamıştır. Bu realizm anlayışı maddeci felsefenin, bilginin ve bilimin temellerini atmıştır.

Nesnel gerçeği gerçek saymama anlamındaki ortaçağ realizminin tohumları antikçağ Yunanlılarınca atılmıştır. Elea öğretisi, Platon ve Aristoteles bu anlamda realizmin kurucularıdır. Bu anlayışlara göre gerçek, bireysel olan değil, tümel olandır. Tümellerse ancak bireysellerde varolabilirler, kendi başlarına bir varlıkları yoktur. Eşeklik bir tümeldir ve ancak bireysel bir eşekle varolabilir. Gerçek olan, eşekler ( bireysellikler) değil, eşeklik (tümel)tir. Çünkü eşekliği ortadan kaldırın, dünyada eşek kalmaz. Eşek, varoluşunu eşekliğe borçludur. Bireysel eşeklerin varoluşları bulunduğu halde varlıkları bulunmamasına karşı, tümel eşekliğin varoluşu yoktur ama varlığı vardır. Gerçek “ bağımlı varoluşu değil, bağımsız varlığı olandır”. Dünyada bulunan bütün bireysellikler varlıklarını başka bir varlığa borçludurlar, bu yüzden gerçek değildirler. Tümellerse bağımsız varlıklardır, bu yüzden gerçektirler. Bu yüzdendir ki varoluşları bulunan bireysellikler gerçek değildirler, görüntüdürler; varoluşları bulunmayan tümellerse gerçektirler.

Eleacılık, Platon ve Aristoteles temeline dayanan ortaçağ realizmi bilimsel realizm anlayışına tümüyle ters bir anlam taşır ve nesnel gerçekliğin gerçek olmadığını asıl gerçekliğin, düşünce ürünleri (geneller, tümeller, evrenseller) olduğunu ileri sürer. Tümeller gerçektirler ve tümel nesneden önce gelir. Bu, şu demektir: eşekler gerçek değildir, eşeklik gerçektir ve eşeklik eşeklerden önce gelir. Bu realizm metafizik kapsam içindedir. Tümelin nesneden önce geldiğini savunan düşünürlerin savları altında, Roma, Katolik kilisesinin evrensellik anlayışı yatar. Bundan başka Hıristiyanlık başta tanrı olmak üzere tümellere dayanır.

Ortaçağ düşünürlerinin bir kısmı da tümeller sorununa mantık açısından yaklaştılar. Nesnelerin yapıları ya da ortak özleri duyulur nesnelerde var olmaları açısından, zihninde var olmaları açısından ve kendi içlerinde varolmaları açısından üçlü bir bakışla ele alınmaya başlamıştır. Bu farklı yaklaşımlar içinde, şeylerin yapısı ya da özü, yalnızca zihinde varolan tümeller anlayışının gelişmesi için gerekli zemini hazırlamıştır. Bu yaklaşımı benimseyen görüşler ılımlı realizm adıyla nitelendirilir.

Descartes “düşünüyorum öyleyse varım” ile, yöntemli düşünmenin düşüncenin kendisinden kaynaklandığını göstererek , düşüncenin dışındaki maddi bir dünyaya felsefi olarak nasıl ulaşılabileceği sorununu gündeme getirdi. Böylece Descartes ve yarım yüzyıl sonra John Locke, duyumların dışsal bir kaynağı olduğunu kabul ettiler. Cambridge Platoncuları ise duyulur nesnelerin dışsal varlığını kabul etmekle birlikte, yeni-Platoncu bir anlayışla bilgi nesnelerine daha fazla ağırlık verdiler. 18. yüzyılda Berkeley bilginin dışında duyulur bir dünyanın var olamayacağını ileri sürerken, David Hume ile bilen özne de ortadan kalktı.

20. yüzyılın başlarında filozoflar, realizmin kendi düşünce sistemleri çerçevesinde Kantçı öznelciliğin ve genel olarak idealizmin karşıtı olarak kullandılar. Yeni-realizm ile bilinebilir nesnelerin bağımsızlığı savunulurken, bilme edimi içinde, monist bir yaklaşımla bilginin içeriğinin bilinen nesne ile sayısal açıdan eşit olduğu ileri sürüldü. Eleştirisel realizm yeni-realizmin bu monist tutumuna epistemolojik bir yaklaşımla karşı çıktı ve bilme ediminin nesnesi ile gerçek nesnenin, algılanma anında sayısal açıdan iki ayrı şey olduğunu ileri sürdü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:01 pm

Pozitivizm

Olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdür.

Genel çizgileriyle pozitivizm, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular. Bunun dışında, olguların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler. Pozitivistlerin, en temel özelliği ise geleneksel felsefe görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle “metafizik” olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır. Comte, alan bu yana “metafizik” nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, gerçekliğini yitirmiş, yerini pozitif bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır.

Comte’a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi göçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadır. İzleyen metafizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü aşamada ise, insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliği geçiş aşamalarına benzetir.

Comte’a göre bilim olgulara dayanmalıdır. İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan metafizik, deney ve bundan ötürü de bilgi alanımızın dışındadır, nesnelerin kendilikleri de bilinemez.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:02 pm

Panteizm
Bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında Tanrı olmadığı öğretidir.

Panteizmin çok çeşitli biçimleri vardır. Bunlar biri bütün olarak doğaya bilinç atfeden pansişizmden dünyanın yalnızca bir görüş ve temelde gerçek dışı olduğunu ileri süren akozmik panteizmine ussal Yeni Platoncu ya da türümcü görüşlerden sezgici ve gizemci görüşlere kadar değişir.

Batı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren Spinoza’dır. Sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren Spinoza’ya göre Tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değişti. Tersi durumunda Tanrı ve dünya birliğinin Tanrıdan daha büyük bir bütünlüğü olurdu. Spinoza Tanrının gerekliliğinden dünyanın gerekliliğini içerdiğini özgürlük olanağının bulunmadığını belirtti.

Panteizm dogmalara bağlı Hıristiyan ilahiyatçılar tarafından yaratıcı ile yaratılan arasındaki ayrımı yok ettiği, Tanrıyı belirsizleştirdiği, aşkın yerine bütünüyle içkin bir tanrı kavaramı öne sürdüğü, insanın ve tanrının özgürlüğü düşüncesini dışladığı gerekçeleriyle reddedildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:03 pm

Orhan HANÇERLİOĞLU,
1916 yılında istanbul’da doğdu, 1991’de öldü. istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirerek Meriç, Karaisalı, Keşan’da kaymakamlık yaptı (1943-1946). İstanbul’da Belediye Müfettişliği, Emniyet şube Müdürlüğü (1950), ıstanbul şehir Tiyatroları Müdürlüğü (1954) görevlerinden sonra İETT Hukuk işleri Müdürlüğü’nden emekliye ayrıldı (1978). Romanlarında kırsal kesimin sorunlarını ve kent yaşamında insan ilişkilerini, kişilerin psikolojik açmazlarını sergiler. Düşünce akımlarını, düşünce sorunlarını konu edinen, erdem açısından Düşünce Tarihi (1963), başlangıcından bugüne kadar Mutluluk Düşüncesi (1985), başlangıcından bugüne kadar Özgürlük Düşüncesi (1966) gibi yapıtlarını, aynı konularda ansiklopedik çalışmaları izlemiştir.


DÜŞÜNCE TARİHİ, ORHAN HANÇERLİOĞLU




GÖKYÜZÜNDE BİR DÜNYA, SUDA BİR HÜCRE VE YERYÜZÜNDE BİR İNSAN

Milyonlarca yıl önce dünyamız, güneşten kopan bir gaz bulutu idi. Güneşin ve kor halindeki bu kütledeki ısının etkisiyle hidrojen ve oksijen gazları bu kütleden fışkırarak etrafını bir gaz bulutuyla çevirdi. Bu gaz tabakası güneşin yakıcı ışınlarına engel olarak dünyanın soğuma sürecini başlattı. Bu kütledeki (dünya) ısı kaynama derecesine kadar soğuduğunda ise dünyayı saran buluttan su yağmaya başladı. Böylece okyanuslar oluştu ve zamanla karadaki tuzlar okyanuslara karıştı.

Artık canlılığın oluşması için gerekli ortam sağlanmıştı. Biyolojik anlamda yaşam protein denen maddenin varlık biçimidir. Doğada her nesne başka nesneleri yansıtır ve başka nesnelerde yansır. Uzun bir süreç sonrası protein maddesi de çevresindeki etkilere aktif olarak tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepki sonrası kaybettiği enerjiyi de çevresinden almak zorunda kalmıştır. Bu madde alışverişi mayalanma özelliğini oluşturmuştur. Bu durum sonucu metabolizmayı (değiştirme ve dönüştürme) ortaya çıkmıştır ve milyonlarca yıl süren evrim sürecini başlatmıştır.

Charles Darwin bu süreci doğal seleksiyon (ayıklama) ve yaşama savaşı temellerinde açıklamaya çalışmıştır. Canlılardaki çeşitliliği de bu temellere dayandırmıştır. Buna göre her canlı yaşadığı ortamdaki şartlara göre evrim sürecindeki yerini almıştır.

Yaşam bilimsel evrimden insanlık tarihine geçiş ise emekle başlamıştır. İnsanın hayvandan farklılaşmasına neden olan faktör, bilinçli emektir. İnsanların diğer canlılardan farklı bir oluşum içerisine girmesinin nedeni ise; bazı canlılar bulundukları ortamda hayatta kalabilmek için evrimsel süreçte fiziksel değişimlere uğramışlardır. İnsanlığa geçiş aşamasında ise bulunan ortamda hayatta kalabilmek için beyin fonksiyonları gelişmeye başlamış ve kendisini dış dünyadan koruyabilecek imkanı sağlayan düşünme gücü ortaya çıkmaya başlamıştır.

İnsan türünü oluşturan hayvanın öteki hayvanlardan daha farklı özelliklere geçmesinin nedeni ise insanın atası olan hayvanın diğerlerine göre daha oyun sever olmasıdır. İnsan çocuğunun diğer hayvan çocuğundan daha oyun sever olduğu bilinmektedir.

İNSANDA BİR KORKU

İlk insan soğumuş lav kayaların üstüne çıkıp etrafına baktığında çevresini iki şekilde gördü. Kendisinden aşağıda olanlar ve yukarıda olanlar. Kendisinden aşağıda olanları önemsemedi ama yukarıda olanlar onu korkuttu.

İnsanlarda inanç sistemi şu şekilde gelişmiştir:

1- Fizik Güçlere Tapmak
2- Yıldızlara Tapmak
3- Putlara Tapmak
4- Karşıt İlkelere Tapmak (İyilik Tanrısı, Kötülük Tanrısı)
5- Mistiklik, Büyük Yargıca Tapmak

6- Evrene Tapmak
7- Evrenin Ruhuna Tapmak
8- Büyük İşçiye Tapmak

Sonlu varlık, kendisinden çıkmış olduğu sonsuz varlığa tapmış, ona sevgi göstermiştir. Sevgi, sonlu varlıklardan aşarak sonsuz varlığa yönelmiştir (mistisizm).

Din korunma iç güdüsünün (yok olma kaygısı), merakın ve sevginin zekayla ruhsallaşmasından ve toplumla sosyalleşmesinden ortaya çıkmıştır.

KAVRAMDA GİZ

İlk insanlar üstün güçlerle çevrili olduklarını düşünmüş ve bu güçlerin kötülüklerinden korunmak için çoğu zaman bir hayvan bir bitki, az rastlanmakla beraber deniz ve yılandan medet ummuşlardır. Bu koruyucunun adı totemdir. İnsanlığın ilk dini totem dinidir. Bir zaman sonra insanlar totemle yetinmez olmuşlar ve çevrelerinde gözle görülmeyen ruhlar olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Zamanla ölülerinde yaşama devam ettiklerine inanmışlardır. Bu insanlığın ikinci dini olan animizm (canlılık) dinidir. Bütün güzel sanatların kökünde animizmin etkisi vardır.

EVREN TANRI

İlk din kitabı İ.Ö. 2000 yılında düzenlenmiştir. Hindular evreni kişileştirip tanrılaştırmışlardır. Tarihte bilinen ilk kutsal kitap ve dizm dininin kitabı olan Rig-veda’dır. Vedaların en büyük tanrısı İndradır ve doğa tanrısıdır. Hindistan’ın temel dini Brahmanizm’dir. Bu dinde sayısız tanrı vardır, yaratıcı nitelikteki tek tanrısı ise Brahma’dır.

AYDINLIK VE KARANLIK

Zerdüşt İ.Ö. yılında yaşadığı varsayılan bir İranlıdır. Kurduğu dine mazdeizm denilmiştir. Kutsal kitabı Zend Avesta’dır.

Bu dine göre iyilik tanrısı göklerde yaşamaktadır. İyilik tanrısı Hürmüz ve kötülük tanrısı Ehrimen’dir.

Zerdüşte göre gerçek dindarlık tapınmakla değil çok çalışıp üretmekle gerçekleşir. Bu düşünceyle Zerdüşt çalışkan ve üretken bir toplum yaratmayı amaçlamıştır.

İSLAM VE DÜŞÜNCESİ

Batı, ortaçağın karanlığında yaşarken İ.S. 7nci yüzyılın başlarında doğuda yeni bir düşünce sistemi kuruluyor. Muhammed yeni bir din getirmiştir. Bu dinin diğer büyük dinlerden farkı ise ne Musa’nın getirdiği gibi tek bir ulasa gelmiştir, nede İsa’nın getirdiği dindeki gibi Tanrıyı kişileştirmiştir. İnsanlar Tanrının çocukları değil onun kullarıdır. Muhammed ve Kur’an zamanla bozulduğu ileri sürülen tanrısal sistemin düzelticisi ve tamamlayıcısı olan son peygamber ve son kutsal kitap olma özelliğini taşır.

Müslümanlık, Arapların ilkel komün sisteminden sınıflı bir topluma geçtikleri ve komünal ilişkilerin feodal ilişkilere dönüştüğü bir çağda ve bu toplumsal dönüşümün bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır.




YENİDEN DOĞUŞ

Düşünce tarihini incelerken düşünce çağlarını birbirlerinin içine geçmiş biri daha erimeden ötekini başlamış olarak görürüz. Ortaçağ bitimiyle yeniçağ başlamıştır. Bu çağın ilk kıvılcımları çok daha geride bulunmaktadır. Akıl, artık inandan ayrılmaya başlamıştır.

Bu çağda İtalya’da başlayan Rönesans davranışı 1483 yılından başlayarak bütün batıyı etkiledi.
İnsan artık bilgilerini yenilemekte ve bütün dogmalardan kuşkulanmaktadır. Yeniden doğuş şüpheciliği metafizik temeli yıkarak bireyci temeli kurmaya başlamıştır.

Öte yandan Rönesans her bakımdan burjuvaziye uygun ve yararlı bir doğuştur. Doğa artık metafiziğin hiyerarşi durallığı içinde değil, mekaniğin yer değiştirme devimselliği içindedir. Derebeyinin hiyerarşi düzenindeki dokunulmaz üstün yeri değişecek ve bu yere burjuvazi oturabilecektir. Yeniden doğuş, bütün bu oluşumlar içindede bir yeniden biçimleniş (reform) gerektirmektedir.

İNSAN VE BİREYCİLİK

Konuşma dilinde bencillikle eşanlamlı kullanılan bireycilik terimi, felsefede bireyi baş gerçek sayan ve her şeyin birey için olduğunu savunan bir dünya görüşünü tanımlar. Bu anlayışa göre toplum, bireylerden kurulu olmakla bireyin ürünüdür. Bireyin zenginliği ve mutluluğu toplumun zenginliği ve mutluluğudur.

ÖZGÜRLÜK


İnsan özgür olmak ister. Soru şudur: Özgürlük nedir ve nasıl elde edilir?

1789’da yayımlanan insan hakları bildirisinin birinci maddesi, özgürlük ilkesini şu özdeyişle dile getiriyordu; insan özgür doğar ve özgür yaşar... Doğrumuydu? Doğru olsaydı bu ilkeyi ortaya atabilmek için yapılan Fransız ihtilalinin hiçbir anlamı kalmazdı. İnsanlar özgür doğmuyorlar, özgür yaşamıyorlar ama özgür olmak istiyorlar ve bunun için savaşıyorlar. Doğrusu şuydu: insan özgür olmalı özgür yaşamalıdır.

İnsan hakları bildirisi özgürlüğü şöyle anlatmaktadır: başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmek... Bu tanımda özgürlük, hayli kısıtlıdır ve yeni soruları getirmektedir:Başkaları kimlerdir? Başkalarına zarar vermek ne demektir? İnsan kendisinden başka olan o kişilere zarar vermeden nasıl istediğini yapabilir?

Sonuçta insanın özgür olabilmesi demek: yeteneklerini, eğilimlerini beğenilerini serbestçe geliştirebilmesi olanaklarına sahip olması demektir.


HAYAT GÜZELDİR


18nci yy. Almanya’sı düşünce düzeninin ekonomi düzenine dayandığını elle tutulurcasına belirten bir örnektir. Sırtları ısınan, karınları doyan geleceklerine güvenle bakabilen insanlar düşüncenin mutluluklarına ulaşmaya çalışıyorlar. Büyük aşklarla büyük düşünceler gelişiyor. Kitapçılar, operacılar, tiyatrocular çoğalıyor. Yaşamının ilk gereklerini yoluna koyan insanlar resim seyretmek, müzik dinlemek istiyorlar. Geçici mutluluklarla yanıla yanıla ilerlemeye çalışan insan sonunda bu sürekli mutluluğu bulmuştur, en büyük gerçeğe erişmiştir: yaşamak güzeldir.


ÜÇÜNCÜ YOL

Olguculuk ( pozitivizm) öğretisi Hume ve Kant anlayışları temelinde Fransız düşünürü Auguste Comte tarafından kurulmuştur. Felsefeden metafiziği atmak ve bunun yerine bilimi koymak gerekir. Bundan ötürü olguculuk bir bilim felsefesidir. Comte’nin bilim anlayışına göre duyumlarımız ve algılarımızla bize araçsız olarak verilenlerin dışında başka hiçbir bilimsel olgu yoktur. Bu sava karşı çıkan en büyük örnek ünlü fizikçi Albert Einstein’dır. Einstein ‘tanrının dünya ile zar attığına inanmıyorum’ sözüyle uyumlu ve düzenli bir evrende yaşayan insanın fiziksel gerçekleri bilgisine ulaşabileceğini dile getirmiştir.

TOPLUMCULUK

19 ncu yy.lın ilk yarısı sona ererken dünyanın bütün toplumcu düşünce adamları Paris’te toplanmıştır. Her kafadan bir ses çıkmakta her düşünür, kendine özgü bir tasarı önermektedir. Hepsini birleştiği kavşak şudur: Toplum, yeniden ve ekonomik bir açıdan düzenlenmelidir.

Prusyanın genç bakanlarından Rodbertus sermaye=işgücü arasındaki çelişmenin devlet eliyle giderilmesini istemektedir.

Karl Marx, Hegelciliği yorumlayan yoksulluğun felsefesi adlı yapıta karşılık olarak felsefenin yoksulluğu adlı yapıtını ortaya koymuştur. Hegel felsefesi, madde temeline dayanacağı yerde ruh temeline dayanmaktadır ve Marx, felsefenin madde temellerine dayanması gerektiğini ileri sürmüştür.

EKONOMİ VE TOPLUMSAL GELİŞİMİ

Aristoteles kazanç için yapılan ticareti doğaya aykırı bulmaktadır ve erdemsizlik saymaktadır.

Ortaçağda ekonomiye din açısından bakılmıştır. Bu çağda amaç, kurulu düzenin titizlikle korunmasıdır. İslam düşüncesinde kurulu feodal düzenin titizlikle korunması söz konusudur. Sadaka ve zekat yasaları varlıklıyla yoksul ayrılığını onaylamaktadır.

İlk kapitalist Calvin reform çağında ortaya çıkmaktadır. Calvin’e göre emek tanrısal bir buyruktur. Uluslararası ticaret yararlıdır, genel yoksulluğu azaltır.

Fizyokrat (doğa gücü) düşünceye göre, tek üretici güç toprak ve tek üretici sınıf işçi sınıfıdır. Bu düşünce sanayiye verilen büyük öneme tepki olarak doğmuştur.

GERÇEK AYDINLIK

19ncu yy. İnsanlık tarihinde insanın bilimin ışığıyla gerçekten aydınlandığı, en üst bir insanlaşma dönemidir. Doğayı bilinci ve toplumu tanıyıp bilme yöntemi bu yüzyılda keşfedilmiştir. Bu yöntem diyalektik yöntemdir. Doğa, bilinç ve toplum diyalektikle işlemektedir, öyleyse onu kavramanın yolu diyalektik olmalıdır.

Bu aydınlık çağa ulaşıncaya kadar, doğa bilimleri bir nesneyi tanımak için onu bütün nesnelerden koparıp ayırmaktaydı. Bu metafizik yöntem ağaçları tek tek incelerken ormanı göremiyordu.


BİLGİ


Bilginin nasıl edinildiği sorusu felsefenin temel sorularındandır. Antik çağda Platon ruhun bedene girmeden önceki varoluşunda tanıdığı ruhsal ideaların bedenli ruhun anımsamasıyla oluştuğunu ileri sürmüştür. Bu idealist ve bilim dışı bir varsayımdı. Bu yanılgılar ise yansı kuramıyla aşılmıştır. Bilgi nesnel gerçekliğin insan beyninde yansımasıdır.

İNSAN DIŞI

İnsanlık aydınlık çağa girdiğinde idealist ve metafizik düzeyin filozoflarından biri ortaya çıktı. Alman düşünürü FRİEDRİCH NİETZSCHE insan üstü varsayımıyla,geleceğin nazizim ve faşizm gibi ünlü canavarlıklarının temellerini atmaktadır. Nietzsche ye göre,iyi bir aileden doğmadıkça hiç bir ahlaklık mümkün değildir. Maymuna göre insan ne ise, insana göre insan üstü odur. İnsan üstünün amacı, milyonlarca salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökmektir. Yarım yüzyıl sonra onun felsefesinin ürünü olan kendini insan üstü sayan Hitler de aynı onu yapacaktır.

FREUDE’E GÖRE İNSAN

Freude göre insanı üç önemli güdü yönetmektedir:Korunma içgüdüsü,cinsellik içgüdüsü,toplumsallık içgüdüsü.İnsanlığın eriştiği uygarlık içinde korunma içgüdüsüyle toplumsallık içgüdüsü önemini oldukça yitirmiştir. Bugün için önemli olan tek içgüdü cinsellik içgüdüsüdür. Cinsellik içgüdüsünü, ahlaki baskılar altına alınması birçok hastalıkların nedenidir. İşte ruhun incelenmesi(psikanaliz)yöntemi; bu geri itilmiş, baskıya konulmuş heyecanları birer birer bulup meydana çıkararak eğitir.

AŞAĞILIK DUYGUSU

Bir başka Doktor Alfred Adler’e göre, İnsan olmak aşağılık duygusu duymak demektir. İnsan davranışlarını belirleyen, Freude’nun zannettiği gibi haz isteği değil, üstün olma isteğidir. Haz isteği, insanın üstün olma isteğinin çeşitli belirtilerinden sadece biridir.

Her iki düşüncenin de söylemek istediği şudur: İster cinsellik olsun ister aşağılık, bizi duygular yönetiyor. Doğayı ve toplumu bir yana bırakın bilincinizi eğitin.

BİLİM’İ DE BIRAKIN


Bu düşünceyi savunan Fransız idealisti Henri Bergson’dur. Bergson’a göre sezgi, gerçeği bilme yoludur.Çünkü gerçek, maddesel doğa değil, ruhsal doğa, eş değişle ruhsal yaşamdır. Bergson bu düşünceleriyle bilimi tamamen saf dışı bırakmaktadır.

KEYFİNİZE BAKIN

Yeni bir düşünce akımı, İngiliz faydacılığını, her olguyu işe yararlığı açısından değerlendirmesiyle ortaya çıkmıştır. Pragmacılık adını alan bu akın bir felsefe olmaktan çok,düşünceyi doğurduğu eyleme göre değerlendiren bir metottur. Pragmacılığa göre bir düşünce, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece doğrudur. Pragmacı pratik fayda bulduğu sürece tanrı düşüncesinde kullanmaktadır.




OLMAK YADA OLMAMAK

20 nci yy. ‘da Avrupa’da yeni bir kuram gelişmiştir. Bu kuramın adı varoluşçuluktur. Ekonomik bunalımın çaresizliği içerisinde çırpınan küçük burjuva aydınlar dinsel-gizemsel varsayımlara yapışmışlar ve bunu bir felsefeye dönüştürmeye çalışmışlardır. 16 ncı yy.’ da William Shakspeare ünlü trajedyasında prens Hamletin ağzından şöyle demiştir; “olmak yada olmamak...” İşte sorun 20 nci yy. varoluşçuluğu bu düşünce temeline dayanmaktadır.

İnsan her an ölümle karşı karşıya olduğunu duymalıdır. Ancak böylelikle bilimden amaçlardan, ideallerden vb. kurtulur ve her anının değerini bilir. Görüldüğü gibi varoluşçuluk bilim karşıtı bir öğretidir.

İNSAN UZAYIN DERİNLİKLERİNDE

Ünlü fizikçi Albert Einstein özel ve genel bağıntılık kuramlarını ortaya koymuş, maddeci felsefenin hemen hemen bütün varsayımlarını doğrulayarak çağdaş felsefesel düşünceye yön vermiştir. Einstein özel bağıntılık kuramı göstermiştir ki iki olayın eşit zaman olduğunu söylemenin ancak başka bir koordinat sistemine oranla anlamı vardır Özel bağıntılık kuramının en önemli sonuçlarından biride; kitlenin sakımı ilkesi bağımsızlığını yitirerek enerjinin sakımı ilkesiyle kaynaşmıştır.
Genel bağıntılıkta ise; uzay, zaman, devim ve madde bir ve aynı şeydir. Madde kitlesini atar ve ışık hızında yol alırsa enerji olur, buna karşı enerji donar ve bir biçim alırsa madde olur.

EVREN KIRMIZIYA KAYIYOR

Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi evreninde bir başlangıcı vardır. Fizikçiler yaptıkları araştırmalarda galaksilerin hareketlerini incelemişlerdir. Bizden uzaklaşan bir trenin düdüğünün sesi zamanla titreşir. Buna benzer bir özellik galaksilerde gözlenmiştir. Bu da bize galaksilerin bizden uzaklaştığını ve dolayısıyla evrenin genişlediğini anlatır.

Madde vardan yok, yoktan var olamaz. Bu demektir ki evren şu an varsa, hep var olmuştur ve hep var olmaya devam edecektir. İnsanoğlu, güneşin yaşlılık çağına ulaşmadan önce, bilgisini şimdiden düşünemeyeceğimiz bir düzeye çıkaracak ve sonsuz saman yolunda kendine yaşayabileceği yeni yerler bulacaktır.

ÖĞÜT DİNLEMEYEN İNSAN

20nci yy. insanı kafesindeki kuşu mavi görebilmek için gözlerini zorlamayı bir yana bırakıp gerçekten mavi bir kuş elde ederek yitirilmiş insanlığını yeniden kazanma yoluna gitmiştir.

Çağdaş insan; yüzyıldan beri, öğüt dinlemeyen insandır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:04 pm

Paradoks
Kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen, mantıksal olarak hem doğruluğu, hem de yanlışlığı kanıtlanabilen önerme.

Antikçağ Yunanlılarında paradoks deyimi yaygın düşünceye aykırı düşünceyi dile getiriyordu ve özellikle Parmenides ile Zenon’un aporia (çıkmazlık)’larıyla antinomia (çatışkı)’larında örneklenmişti. Metafizik düşünce sisteminin temeli olan biçimsel mantık ve onun çağdaş biçimi dizi kuramları bu aykırı düşünce’yi mantıksal bir çelişme olarak tanımlar. Bundan başka metafizik yapılı çağdaş fizikçiler de birtakım kozmolojik paradokslar ortaya atmaktadırlar. Matematik mantıkçı Bertrand Russel’e göre “kendi kendine tıraş olmayanları tıraş eden bir berberin kendi kendini tıraş etmesi” çok önemli bir mantıksal paradokstur. Oysa tıraş etmesini bilen bir berber kendi kendine tıraş olamayanları tıraş ettiği gibi kendi kendine tıraş olabilen insanları da tıraş eder. Örneğin “bir şeyin hem kendisi olması ve hem de aynı zamanda başkası olması” biçimsel mantık açısından büyük bir çelişme, diyalektik mantık açısından pek basit bir gerçektir. Bunun gibi kozmolojik paradokslarda belli bir ortamda geçerli fizik yasalarını başka ortamlara uygulamaktan doğmaktadır. Mantıksal olsun ya da fiziksel olsun , bir yanlış koyum ya da bir bilgi yoksunluğu, genellikle de diyalektik bilgiden yoksunluk yatar. Ünlü Aşil Kanıtı’nda olduğu gibi basit şaşırtma hileleriyse tümüyle bilim dışıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:05 pm

Öznel İdealizm

Nesnel varlığı insansal bilincinin ürünü sayan idealizm anlayışı, öznel idealizm, varlığın kaynağını insansal ruha indirger ve maddeyi düşüncenin ürünü sayar.

Nesnel idealizmcilerle öznel idealizmcilerin savları hemen hemen yok gibidir. Her ikisi de tanrı bilime felsefesel bir temel sağlamada birleşirler, her ikisi de metafiziktir, her ikisi de felsefenin temel sorununun da ruha öncelik tanıyıp nesnel gerçekliği yadsırlar, gerçeklikten yola çıkmayı düşünsel varsayımlar oluştururlar, her ikisi de gizli ya da açık, bilime karşıdır ve bilinemezcidir.

Öznel düşüncellik tarihsel süreçte çeşitli biçimlerde ileri sürülmüştür: Şüpheciliği yöntem olarak kullanan bütün Yunan düşünürleri, başta Protogoras olmak üzere hemen bütün sofistler , başta Pyrrrhon ve Ainesidemos olmak üzere bütün şüpheciler, başta Arkesilaos ve Karneades olmak üzere bütün Sokratesçi şüpheciler öznel düşüncelciliğe düşmekten kaçınmamışlardır. Bunun nedeni de bütün şüphecilerin; duyumların, nesnelerin niteliklerini yansıttığı olgusunu yadsımalarıdır.Usçuluğun kurucusu Fransız düşünürü Rene Descartes’in metafiziği, nesneyi, insan zihninin bir tasarımı saymakla tümüyle öznel düşünceci bir öğretidir.

Nesnel gerçekliği yadsıyan ve tek geçerliğin insan duyumlarından ibaret olduğunu savunan İngiliz düşünürü David Hume’in, Alman düşünürü Imanuel Kant’ı hazırlayan şüpheci öğretisi de açık bir öznel düşünceciliktir. Öznel düşünceci öğretilerden biri de Fransız düşünürü Auguste Comte’un olguculuğudur. Çeşitli öznelci öğretilerde çeşitli adlar altında ileri sürülen algı’ların olguculuktaki yeni adı da olgu’dur. Olgucular olgular sözünden algılar’ı anlarlar. Onlara göre bize araçsız olarak verilen tek bilgi olgular,eş deyişle algılarımız ve duyularımızdır. Bilim bunlarla yetinmeli, başkaca bilgiler edinme isteğine boşuna kapılmamalıdır. Bu ise nesnel dünyadan kopmayı ve kendi bilinci içine kapanmayı, eş deyişle öznel düşünceciliğe düşmeyi dile getirir. Heidegger’e göre “evren, ancak, içinde insan bulunduğu oranda vardır.” Demek ki nesnel gerçekliği yaratan insandır ve insansız nesnel gerçeklik yoktur.



Öz
Bir nesneyi neyse o yapan gereçlerin tümü. Tarih boyunca öz için değişik tanımlar yapılmıştır.

1)Platon göre idea anlamında kullanılmıştır. Ona göre bütün varlıkların özleri ideadır.

2)Aristoteles bu deyimi metafiziğinde ve mantığında değişik anlamlarda kullanmıştır. Aristoteles metafiziğinde öz deyimi töz ile anlamdaştır, “özdekle bitişik olmayan töz öz diyorum” der. Bu anlamda öz deyimi, töz deyiminden soyut ve varlık deyiminden düşünsel olmasıyla ayrılır. Buna karşı Aristoteles mantığında öz somut varlıktır, “sözgelimi insan, at özdür.”der. bu somut özleri de birinci ve ikinci özler olmak üzere ikiye ayırır. Birinci özler bireysel olarak, ikinci özlerse türdel olarak ele alınan özlerdir. Şöyle der “ikinci öz diye birinci anlamda alınan özlerin içinde bulundukları türlere denir. Ne var ki bu türlere cinslerini de eklemek gerekir. Sözgelimi birey olarak insan, insan türünün içine ve türün cinsi de hayvandır. Öyleyse ikinci öz diye bu sonuncu özler, yani tür olarak insan ve hayvan gösterilir.

3)Fransız varoluşçusu Sartre’a göre öz, varlaşmayla meydana gelir ve varoluştan önce yoktur. İnsan, kendini ne yapar ve nasıl yaparsa odur. İnsandan başka bütün varlıklar önceden belli bir öz’e göre varlaşırlar. Örneğin bir masa yapmak için önce masanın özünü tasarlarız, sonra testereyi ve keresteyi alıp o özü varlaştırırız. Bir bezelye taneciği bezelye özünden, bir papatya yaprağı papatya özünden meydana gelir. İnsansa bir insan özünden meydana gelmez, insanın özü varoluşundan sonradır. Sartre’a göre öz, varlığı belirleyen anlamındadır ve varlığın herhangi bir özle belirlenmediği dile getirilmiştir.

4)Alman düşünürü Kant’a göre öz, kendinde şey ve phenomenon karşıtı olarak noumenon’dur. Asla bilinemez. Bizler sadece nesnelerin görünüşlerini bilebiliriz, kendinde ne olduklarını bilemeyiz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:05 pm

Olgu Nedir ?

Gerçekleşmiş olan her şey... Olam ve olay birer olgu’dur. Olgu deyimi bu iki yakın anlamlı deyimden daha geniş kapsamlıdır ve ikisini de içerir. Olam zaman ve yer özellikleriyle ele alınan olgu, olay zaman ve yer özelliklerinden sıyrılmış olgudur. Olmuş olan her şey olgu’dur; bundan ötürü de olgu deyimi olası, olanaklı ve düşünsel, tasarımsal deyimleriyle karşıt anlamlıdır. Çünkü bu deyimler henüz gerçekleşmemiş olanı dile getirirler; gerçekleşmeleri muhtemeldir, mümkündür ya da gerçekleştirilmeleri düşünülmektedir, tasarımlanmaktadır ama henüz olmamış’lardır ve bundan ötürü de olgu değillerdir. Cladue Bernard “deneyimsel düşünceye yol gösterecek ve aynı zamanda onu denetleyecek tek gerçek olgulardır” der. Olay deneyim konusu olan olgu’ dur, ama onun deneyimini olgu denetler; çünkü olgu betimleyici ve somut, olay’sa çözümsel ve soyuttur. Olay deney konusu, olgu ise deney sonucudur. Örneğin savaş, gerçekleşmiş olarak olgu , soyut olarak olay , belli bir yer ve zamanda geçmiş olarak olam’dır. Auguste Comte ve olgucu izleyicileri (pozitivistler) bizim algı dediğimize olgu derler. Onlara göre sadece duyumlarımız ve algılarımız dolaysız verilerdir, bunları incelemekle yetinmemiz gerekir. Kierkegaard ve varoluşçu izleyicilerine (egzistansiyalistler) göre insan anlaşılamayan ve hiçbir açıklanması bulunmayan bir salt olgu’dur. Ve kendisine yabancı bir dünya içine atılmıştır. Mantık açısından da bilim, olgulardan önermeler çıkarır ve bu önermeleri olgularla tanıtlar. Bir olguyu açıklamak demek, onu başka olgulara indirgemek demektir. Ne var ki açıklanamayan, eş deyişle başka olgulara indirgenemeyen olgular da vardır. Örneğin herhangi bir şeyin varlığı, böylesine bir olgudur. Kızgın bir sobaya elinizi dokundurduğunuzda elinizin yandığından şüphe edemezsiniz, bunlar kesin olarak verilmiş olgulardır. Doğa bilimleri ve genellikle bilim sadece olguları açıklamakla yetinmez, onları en yalın bir biçimde açıklamaya çalışır. Bilim olguları sadece yasalara bağlamaya değil en yakın yasalara bağlamaya çalışır. Olgular, deneyin sağladığı gerçek verilerdir. Deneyimsel yöntemde olgulara dayanılır ve deneyimler ancak olgulara başvurularak denetlenebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:06 pm

Nominalizm
Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller), bir takım seslerden başka bir şey değildirler, bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur.

XI. yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar, tartışmalar olmuştur.

Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. Ama dinsel sonuçlar bir yana, nominalizm, Platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder. Öte yandan Aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de Thomas Hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler

Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:07 pm

Nihilizm
Nihilizm siyasal açıdan her türlü siyasal düzeni yadsıyan görüşleri dile getirdiği gibi törebilimsel açıdan her türlü törebilim kurallarını ve değerlerini yadsıyan görüşleri ve bilgi bilimsel açıdan her türlü bilgiyi ve bilgilenme olanağını yadsıyan görüşleri dile getirir.

Nihilizm temelde estatizmin bütün biçimlerini yadsır, yararcılığı ve bilimsel usçuluğu savunur. Toplumsal bilimleri ve klasik felsefe sistemlerini bütünüyle reddeder. Yalın olgucu ve maddeci bir tutumla yerleşik toplumsal düzene baş kaldırmayı temsil eder, devlet, kilise, ya da aile otoritesine karşı çıkar. Yalnızca bilimsel doğruları temel alır, ancak bilimin toplumsal sorunlarının üstesinden gelebileceğini ve bütün kötülüklerin cehaletten kaynaklandığını kabul eder.

Nihilist düşünce Ludwig Feverbach, Charles Darwin, Henry Buckle ve Herbert Spencer gibi düşünürlerin etkisinde kalmıştır. İnsanın beden ve ruhtan oluşan dualist bir yapısı olduğunu reddettiği için kilisenin şiddetli tepkisine yol açmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:07 pm

Nicelik
Nesnenin ölçme konusu olan yanı...Nicelikle nitelik bağımlıdırlar, birbirlerine dönüşürler, ayrıştırılamazlar. Sadece nicel ya da sadece nitel olan hiçbir şey yoktur. Soyut kavramlar bile bu bağlantıdan koparılamazlar.

Her nesne ve olay, belli bir nitelik ile belli bir niceliğin birleşimidir.Bu birleşimin bozulması o nesne ya da olayı başka bir olaya ya da nesneye dönüştürür. Bir şeyin neyse öyle kalması için niteliksel yanının niceliksel yanıyla belli bir oranda birleşmiş, dengeye girmiş olması gerekir. Denge bozulursa o nesne başka bir nesne olur. Fakat bir nesnenin nitelik değiştirmesi için az da olsa bir nicelik değişimi gereklidir. “Nicelik değişimi olmaksızın nitelik değişmesi mümkün değildir.”Nicelikle niteliğin bağımlı birliğinde temel olan niteliktir, çünkü bir nesne ya da olayın az ya da çok sürekli bir biçimi vardır ve niceliksel olarak değişirken bu niteliksel varlık biçimini belli bir sınıra kadar sürdürür. Niteliğin değişmesi için niceliğin değişmesi zorunludur. , ama her nicelik değişimi nitelik değişimini gerektirmez. Örneğin 1-99 ısı dereceleri arasında su niteliğinde olan iki hidrojenle, bir oksijen, 0 derecede buz niteliğinde ve 100 derecede de gaz niteliğindedir. Her nitelik değişimi yeni nicelik değişimlerine yol açar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:08 pm

Nesnel İdealizm
İnsandan bağımsız saltık bir düşüncenin ya da ruhsal ilkenin varlığını ve önceliğini ileri süren idealizm anlayışı. Nesnel idealizm nesnel gerçekliği bireysel bilinçten üstün olarak tasarımladıkları genel bir bilince, indirger. Bu anlamıyla varlığın kaynağını insansal ruha indirgeyen ve maddeyi düşüncenin ürünü sayan nesnel idealizmin karşılığında kullanılır.

Nesnel idealizmin savunucuları sonlu dünyayı tek gerçek olan zihnin bir yansıması sayarlar, gelip geçici olan sınırlı varlık, bağımlı olduğu sonsuz ve sınırsız bir varlığı gerekli kılar. Hakikat, dış düşünceler ve dış gerçeklikler arasında bir bağlantı değil yalnızca düşünceler arasında bir uyum ilişkisidir.

Nesnel idealizm; dinsel nitelikli öğretilerden daha soyut bir görünüşe bürünür, gerçek dışı ve bilim dışı olmakla beraber, açıkça tanrılık varsayımın dile getirmeden evrenin temelinde ruhsal bir özün evrenden önceliğini ileri süren metafizik bir anlayıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
PaTRoN
PaTRoN
PaTRoN
PaTRoN


Yaş : 51
Nerden Nerden : sakarya
Lakap Lakap : kaptan

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 10:59 pm

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://patron.forum.st
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 11:52 pm

Monotheizm Nedir ?


Tanrının dünyadan ayrı ve tek olduğuna inanma. En büyük tektanrıcı sistemler Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmakla birlikte pek çok dinde tektanrıcı öğelere rastlanır.

Tek tanrıcılığa dayalı bu üç dinde tanrı, birlik ve yalınlık(ezeli varlık olarak tanrı) özelliklerini taşır. Ayrıca sadakatin ve güvenirliğin ifadesidir. Panteizm’deki tanrı anlayışından farklı olarak tektanrılıktaki tanrının kendi kişiselliği vardır. Kendi iradesiyle hem doğal hem de tinsel dünyalar yaratmıştır. Tanrı aynı zamanda en yüksek iyiliğin kaynağıdır.

İbranice kutsal metinler, İsrailoğullarının öbür tanrıların varlığını yadsımaksızın bir tanrıya tapmış olduğunu gösterir. Hıristiyanlık’ta ise üçlü baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi vardır. Bunlar bu iki dini tektanrıcılıktan uzaklaştırmaktadır. Tektanrıcılık Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte İslam’da olduğu kadar vurgulanmaz. İslam inancına göre Allah birdir, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur, yaratılmış şeylerin hiç birine benzemez.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 11:52 pm

Monad
Leibniz’in felsefesinde, sonul gerçekliği oluşturan , sonsuz küçüklükte ruhsal-maddi varlıklara verilen ad. Leibniz bu terimi felsefenin temel kavramı olarak kullanmıştır. Her monad bilinçlilik derecesine göre, öteki monadlardan farklılaşan tek, yok edilemez, dinamik bir tözdür. Monadlar arası gerçek bir nedensellik ilişkisi yoktur, ama her biri kendi içinde bir değişme ilkesini barındırır. Yaratılış sırasında Tanrı’nın kurduğu düzende bütün monadlar birbirleriyle eş zamanlı olarak ayarlanmıştır. Bu yüzden de her monad öteki monadlardan etkilenmediği halde değişen gerçekliğin tümünü olduğu gibi yansıtır. Böylece farklılıklar dünyasına birlik egemen olur.

Bu terim ilkin antikçağ Pitagorasçılarınca kullanılmıştır. Pitagorasçılara göre monad, ruhla özdeği aynı zamanda içeren, evrensel matematik bir birimdir ve “1” sayısıdır. Sonra Platon’un ideaları için kullandığı bu deyim Yeniplatoncuların dilinde tanrıyı dile getirmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 11:53 pm

Metafizik
Felsefenin en temel konularını, bu konuların felsefe içinde işlenmesi açısından ele alan bilgi dalı. Tek tek ve farklı biçimlerde varolan nesnelerden ayrı, genel ve bir bütün olarak varlığın ya da varolmanın ne olduğunu araştırır. Metafizik terimi felsefe tarihi boyunca bir yandan en üst felsefe disiplini olarak olumlu, bir yandan da boş ve anlamsız önermeler içeren bir alan olarak olumsuz anlamda kullanılmıştır.

Metafizik deyimini ilkin i.ö. 1. yüzyılda Andronikos kullanmış ve Aristoteles’in ders kitaplarını sıralarken doğa bilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta ta Phusika ( doğa bilimlerini kapsayan kitaplardan sonra gelen kitaplar) adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)’in üstünde saydığı usla kavranan bilgiyi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilk’liği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Böylece metafizik, ilk kullanımında fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünce ile ilgili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam, giderek onu idealizm ve ruhçuluk ile kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü oluşturmuştur.

Metafizikle bilinçli biçimde ilk uğraşan ilk filozoflar Eski Yunan düşünürleridir. İlk kez bu düşünürlerin ele aldığı temel metafizik sorun, zihin tarafından bilgi nesnesi edinilebilen, ama gerçek dünyada bulunmayan şeylerin (soyut düşüncelerin, örneğin sayıların), genel olarak biçimlerin varlığı ve niteliğidir. Eski Yunan felsefesi algılanabilir gerçek dünya ile düşünülen zihinsel bir idea dünyasını ayırt etmiş, daha sonra metafizik ile ilgilenen felsefeciler de soyutlamalar ile tözler arasındaki ilişkiler üzerinde durmuşlar, bunların ikisinin de mi gerçek olduğu, yoksa birinin ötekinden daha mı çok gerçeklik taşıdığı sorununu tartışmışlardır. Dolayısıyla doğa, zaman ve uzam, Tanrı’nın varlığı ve nitelikleri gibi sorunları biçim ile idea arasındaki ilişkiyi kavrama çabasıyla irdelemişlerdir.

Felsefe tarihinin ilk metafizikçileri Parmenides ve Platon’du. Sonraki yüzyıllarda metafiziğin en önemli konularından biri olarak görünen dünya ile gerçek dünya ayrımı ilk kez bu düşünürlerce dile getirildi. Platon, sürekli değişen duyulur dünyanın geçici nesnelerinin karşısına, değişmeyen, duyulara verilmeyen, düşünce yoluyla ulaşılabilir bir dünya yerleştirdi. Aristoteles bunu farklı bir biçimde yorumladı. Ona göre madde her zaman kendi en üst biçimine doğru sürekli bir devinim içindeydi. Dolayısıyla Aristoteles için maddi dünya organik değişim içindeki bir süreklilikti.

Hıristiyanlığın gelişmesiyle, ortaçağda dinsel etki alanına giren metafiziğin ana sorunu Tanrı’ydı. Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için çeşitli usavurmalar geliştirilirken, Tanrı ile dünya arasındaki ilişkiler (yaratılış, zamanın başlangıcı, Tanrı’nın dünya içinde varlığı vb.) metafiziğin başlıca konuları oldu. Böylece ortaçağda metafizik tanrıbilim ile eş sayıldı. Ortaçağ egemenliği tümüyle Hıristiyan kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine göre dinsel dogmaların dışında hiçbir bilim yoktur, tek gerçek dinsel dogmalardır. Birçok aydın düşünceleri kapsadığı halde tanrıbilim ile eş sayılan metafiziğin ortaçağda Hıristiyan kilisesi tarafından kullanılmasıyla ortaçağa karanlık çağ adı verilmiştir.

16. yüzyıldan sonra metafizik deyimi, ontoloji anlamında kullanıldı. Ne var ki bu varlık, “duylarla kavranılan dışındaki varlık” ve “görünüşlerin ardındaki kendilik” olarak ele alınıyordu. Hegel’e gelinceye kadar bu çağın metafiziği de, ortaçağın metafiziği gibi, bilimsel temelden yoksun kurgul görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak sürüp gitmiştir. Hegel metafizik terimine diyalektik karşıtı anlamını vermiştir.

Metafizik deyimi, ruhçuluk temelinde birleşen şu anlamları kapsar: duyularla kavranılanların dışındaki varlıkların bilgisi, kendiliğinde şey’in bilgisi, doğanın ardında gizlenen ve ona imkan veren varlık bilgisi, mutlak bilgisi, ussal bilgi, madde olmayanın bilgisi, son erek bilgisi, doğasal ve biçimsel olmayanın bilgisi, dogmacı bilgi, varlık yasalarını bulmak için düşünen benliğin bilgisi.

Rene Descartes, bütün varlığı temelde, yer kaplayan madde ile düşünen zihin olarak iki bağımsız alana ayırdı. Bu kavrayış içinde Tanrı’nın konumu yalnızca, yalnızca maddeyi yaratmış bir ilk neden olmakla sınırlıydı; ilk yaratılıştan sonra her iki dünya da kendi yasalarıyla işliyor, aralarındaki ilişki de insanın ruhu ile bedeni arasındaki ilişki aracılığıyla kuruluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GokTurk
ÜSTTEĞMENÜSTTEĞMEN
GokTurk


Yaş : 34
Nerden Nerden : BurSa
Lakap Lakap : ÖtükenLee

Felsefe Sözlüğü Empty
MesajKonu: Geri: Felsefe Sözlüğü   Felsefe Sözlüğü Icon_minitimeSalı Kas. 16, 2010 11:54 pm

Mekanizm Nedir ?


Bütün olayları mekanik nedenlerle açıklama anlayışı...

Antikçağ Yunan düşüncesinde Abdera düşünürleri adıyla anılan, Leukippos ve Demokritos doğayı nicelik farklılaşmalarıyla oluşan bir nedensellik anlayışı içinde gördüler. Hava, su vb. gibi atom biçimlerini büyüklük ve küçüklükleriyle, eş deyişle nicelikleriyle birbirinden ayırıyor, farklılaştırıyorlardı. Onlara göre evren, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe kadar birbirlerine çarpıp birbirlerini itmeyle devinen bir atomlar yığınıydı. Her şey, bu çarpma ve itmeyle gerçekleşen yer değiştirme devimi (mekanik devim)’nin zorunlu düzeni içindeydi. Yoktan varolma ve vardan yok olma diye bir şey yoktu, her şey bu çarpma ve itme devimiyle birleşen (doğum) ve ayrılan (ölüm) özdeksel atomlardan oluşuyordu, bu oluşma ilksiz ve sonsuzdu. Evren, aralıksız ve sürekli bir nedensellik zinciri içinde akıp gidiyordu. Ruh, bütün duyu algıları, bütün düşünme de özdeksel atomdan ibaretti. Atomlar pürüzlü, düz, köşeli, tekerlek, yuvarlak, eğri büğrü, kanca, çengel biçimindeydiler ve sayısızdılar. Bölünmez (atom) ve parçalanamazdılar. “atomlar sonsuz boşluk içinde birbirinden ayrılmış; biçim, büyüklük, duruş, sıralanış bakımından birbirinden farklı olarak boşlukta sürükleniyorlar, birbirleri üzerine gelerek çarpışıyorlar. Bir bölümü birbirinden uzağa atılırken bir başka bölümü biçimlerin , büyüklüklerin, duruş ve dizilişlerin simetrisine göre birbirleriyle örülüp kalıyorlar”dı. Abdera düşünürlerinin bu özdekçi atom öğretilerinde evren mekanik devim’le açıklanmaktadır. Bu mekanik devimli zorunlu olarak bir nedensellik zinciri meydana getirir, çarpan neden ve kendisine çarpılan sonuç’tur. (iten ve itilen). Bu nedensellik zinciri de zorunlu olarak bir aralıksızlığı , eş deyişle süreklilik’i gerektirir; kendisine çarpılan da bir başkasına da çarparak onun nedeni olacak ve bir sonuç meydana getirecektir, bu vuruşmalı devim araya hiçbir kesinti girmeksizin böylece sürüp gitmek zorundadır. Kısaca mekanizm , evreni bütün olguların bir nedensellik zinciriyle birbirlerine bağlı bulundukları, sürekli bir yer değiştirme devimiyle açıklama anlayışıdır. Buysa vereni bir makine düzeni içinde görmektir, doğa çarpma yasalarına göre işleyen bir makinedir. Devim özdeğim içerdiği bir güç değildir, ona dışardan verilir; bu yüzden de oluşma aşamaları birbirinin içinden çıkmaz, yan yana dizilir. Demek ki doğadaki bütün değişmeler diyalektik değil mekaniktir.

Bu mekanikçi açıklama, doğada özdekten başka hiçbir öğe tanımamasına rağmen, idealist bir açıklamadır.mekanik hareketin sıraladığı neden-sonuç dizisi zorunlu olarak ilk ve son ereği gerektirir, buysa metafiziği gerektirmek demektir. nitekim mekanikçi özdekçilik, özdeği ilk devindiren dışsal gücün tanrı olduğunu ileri sürmüştür.

Mekanikçi Gerekircilik


Her türlü nedeni mekanik nedene indirgeyen ve rastlantıyı nedensellik sayarak yadsıyan gerekircilik anlayışı... Bilimin temeli olan gerekircilik (determinizm) XVIII ve XIX yüzyıllarda fizikçi Newton’un mekaniğinden etkilenerek mekanikçi bir anlayışa yönelmiştir. Gerekirciliğe göre her olgunun bir nedeni vardır. Mekanikçi gerekirciliğe göreyse bu neden mekaniktir ve birbirinden bağımsız bir neden sonuç zinciri halinde sürekli olarak tekrarlanır. Aynı nedenler aynı sonuçları doğururlar, kendi nedeniyle belirlenen, sonuç da kendi nedeniyle aynılaşır ve kendisiyle aynı olan yeni bir sonuç meydana getirir. Bu demektir ki gelişme (evrim) ve sıçrama (devrim) olanaksızdır.

Mekaniğin temel yasaları olan dinamik yasalara göre belli bir durum belli ve zorunlu durumlar zincirini meydana getirir ve belli bir durum bilinince bu durumun meydana getireceği daha sonra ki durumlar bilinebilir. Bu temelden yola çıkan Laplace ki mekanikçi gerekirciliğe Laplace’çı gerekircilik de denir. Doğayı harekete getiren bütün güçleri ve doğayı teşkil eden bütün varlıkların birbirlerine karşı olan durumlarını belli bir anda bilebilecek ve bunları matematik formüllere bağlayabilecek bir öke tasarlar ve böyle bir öke olsaydı evrenin en büyük cisimlerinden en küçük cisimlerine kadar hepsinin hareketlerini matematik formüllerde kolaylıkla toplayabilir ve geleceği de geçmişi de gözlerimizin önüne serebilirdi” der. Laplace’in bu ökesinin Laplace’in cini adı verilir.
Mekanikçi Özdekçilik


Doğal ve toplumsal olguların mekaniğin yasalarıyla açıklanabileceğini sana özdekçilik anlayışı.Mekanikçi özdekçilik, evreni özdeksel bir temele oturtmak ve bunun da, mekanik yer değiştirme devimiyle ve makinelerde olduğu gibi zorunlu bir nedensellik içinde işlediğini ileri sürer; ve böylece düşünceyi sınırlandırır, bütün süreçleri, ve bütün devim biçimlerini mekanik devime indirgemekle organik özelliklerin ve toplumsal yasaların anlaşılmasına engel olur. Mekanik ve matematiğin evreni tümüyle bilmek için yeterli ilkeleri sunduğunu savunur.
Descartes evreni, kocaman bir makine olarak görür ve Hobbes canlı doğayla cansız doğayı bir ve aynı sayarak mekanik nedenlerle açıklar, ve tanrıyı bile “doğal nedenlerin en üstünü” sayarak doğalaştırır. Hobbes’a göre evrende her şey özdeksel, ruhsal, insansal, toplumsal her şey doğal ve bundan ötürü de özdeksel nedenlerle belirlenmiştir. Ruh,irade vb. gibi özdeksel olmayan tasarımlar boş ve temelsiz önyargılardır; evrene bütün olup bitenleri bu gibi tasarımlardan ve düşlerden kurtararak matematikte olduğu gibi zorunlu şemalara bağlamalıdır. Mekanik yasalara göre kurduğumuz işlettiğimiz bir makinenin artık nasıl işleyeceğini ve neler üreteceğini önceden bilebilirsek, öylece evrensel belirlenişin tek kaynağı olan özdeksel nedenleri de bilmekle bir makinede olduğu gibi önceden dilediğimiz yönü verebiliriz. İşte bu anlayış katıksız bir mekanikçi özdekçilik anlayışıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Felsefe Sözlüğü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki
 Similar topics
-
» İnternet Terimler Sözlüğü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarih :: KonuLarına Göre Tarih :: FeLsefe ve DüŞünCe Tarihi-
Buraya geçin: