| | Felsefe Sözlüğü | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
GokTurk ÜSTTEĞMEN
Yaş : 34 Nerden : BurSa Lakap : ÖtükenLee
| Konu: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 9:06 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Aydınlanma Çağı
1. Aydınlanma Çağı Felsefesi
Aydınlanma Çağında insan ve aklın önemi nedir?
1Emmanuel Kant aydınlanmayı "Sapere Aude", aklını kullanma cesaretine sahip ol diye tanımlıyordu. Bu aydınlanmanın temel felsefesidir. Aydınlanmacılara göre hep geleneksel bağnaz gruplarca insanların akıllarını kullanmaları engellenmişti. Ancak artık insanlar kafalarını kullanmalı, başka etkilerle değil salt akıllarıyle hareket etmeliydi. Bu şekilde her türlü bağlardan, takımlardan sıyrılma aydınlanmış insanın özelliğini oluşturmaktaydı. Aydınlanmacılarda da önemli olan insandı. Aydınlanmacılar da Antik çağ sofistleri gibi "insanın her şeyin ölçüsü" olduğuna inanmışlardı. Ancak sofistlerin bilgilerin kişilere göre farklı algılanmalarını ileri sürerek aklı küçümsemelerine karşın aydınlanmacılar aklın sınırsız bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. Ayrıca aydınlanma çağı düşünürlerinin bir kısmı rationalizmin (akılcılığın) yanında akıla veri sağlayan amprisme (deneycilik) de önem vermekteydiler. Örneğin Descartes'in rationalist geleneğini sürdüren Francis Bacon'ın metodcu ve deneyci geleneğini sürdüren İngiliz amprist filozoflar T. Hobbes, J. Locke, Berkeley, Huma v.s. bunların belli başlılarıdır. Aydınlanma Çağı düşünürleri her türlü etkiden kurtulmuş bağımsız aklın, tüm kültür alanlarında büyük aşamalar katedeceğine inanıyorlardı. Onlara göre "Bilgi Kuvvetti ". Aydınlanmanın akılcı düşüncesi doğa üstü ve doğa dışı her şeye karşıydı. Bu nedenle gerçek olan doğada olandı. 2. Aydınlanma Felsefesinin Dayandığı Temel İlkeler
Aydınlanma felsefesinin temel ilkeleri nelerdir, özellikleri nasıldır?
Aydınlanma felsefesinin dayandığı temel ilkeler şunlardır: • Rationalizm (Akılcılık): Aydınlanmacılara göre insan yaşamında akıl hemen hemen her şey demekti. Antik çağlardan beri insanı yükselten ve yücelten akıldı. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve üstün yapan akıldı. Az akıllı insanlar her hangi bir canlı, akıllılar ise insandı. İnsanın insanı olması kadar, tüm insanlığını ilerlemesi ve mutluluğu kavuşması için gerekli olan akıl, akılcı düşünce ve evrensel akıldı. • Amprisme (Deneycilik): Aydınlanmacıların bir kısmı, akılcılığın yanında deneyciliğin de önemli olduğunu söylüyorlardı. Akılcı bir düşünüş gerçeğe erişmek için zaten deney yapardı. Doğru ve yanlışı anlıyabilmek için deney yapmak, bunların sonuçlarını ve verilerini akılcı bir düşünüşle değerlendirmek gerekiyordu. Deney aklın kullandığı bir metoddu. • Mutluluk: Aydınlanmacılara göre insanın mutluluğu öbür dünyaya yönelik bir çaba değil, bu dünyadaki yaşamıyla ilgiliydi. Çünkü insan rahat, kendine layık ve mutluluk içerisinde yaşamasını sağlar bir hale getiren yine insanın kendisiydi. İnsanlar varolduklarından itibaren doğaya kendilerini uydurdukları gibi, doğaya eğemen olmaya çalışarak yaşam standartlarını sürekli yükselmişlerdi. Bu insanın daha iyi, daha mutlu, insanca yaşaması demekti. Aydınlanma düşüncesine yine yaşamla ilgili Eudomanizm (Hazcılık) fikri yer almaktaydı. Buna göre insan iyi yaşamalı ve yaşamdan zevk almalıydı. Çünkü bir optimist görüş insanın kendisine ve diğer insanlara sevgi ve saygısını artıracaktı. Böyle dışa dönük, optimist insanlar aynı zamanda başarılı olanlardı. Eudomanist düşünce, aynı zamanda utilitarist (yararcı) görüşü de beraberinde getirmekteydi. Çünkü kendisi ile barışık olan insan, başkalarıyla da barışık olduğundan kendisini düşündüğü kadar, başkalarını da düşünecek ve onlara yararlı olacaktı. • Bilim ve Doğa: Aydınlanmacılara bilim ve doğaya çok önem veriyorlardı. Bilim zaten akılcılığın bir ürünüydü. XVII. y.y.'daki hayranlık uyandırıcı bilimsel gelişmeler, XVIII. y.y.'da özümsendi. Bu dönemde de bir önceki yüzyıldaki bilimsel gelişmeleri sürdüren üstün yetenekli bilim adamları vardı. Örneğin Euler, Lagrange ve Laplace matematik, fizik ve astronomi alanlarında bilimsel teorileri temel alarak bunları daha da geliştirdiler. Örneğin Laplace ünlü "Nebilöz Hipotezi" ile gök cisimlerinin gazlardan oluştuğunu ortaya koydu. Lavoisier kimyada devrim yaptı, Cavandish oksijeni keşfetti. Bilim adamları yanında düşünürler, hatta krallar bile doğa bilimleriyle ilgilendiler. Doğadaki yaşam, flora, fauna, doğa dengeleri hem ayrı ayrı hem birlikte bir ilginin alanlarıydı. Nitekim buradaki gelişmeler XIX y.y.'da ünlü bilgin Charles Darwin'in "Türlerin Kökeni" teorisiyle doruk noktasına erişecektir. 3. Aydınlanma Felsefesinin Çeşitli Alanlardaki Görüşleri
Aydınlanma felsefesinin bu alandaki görüşleri şunlardır: 3.1. Devlet Görüşü
Mekanist devlet görüşünün nitelikleri nelerdir?
Aydınlanma çağının devlet görüşü "Mekanist" devlet görüşüdür. Buna göre devlet kendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlık değildir. Bir tür "Contrat" sözleşme ile oluşmuş halkın hizmetinde olan bir kuruluştur. Onlara göre devlet bireylerin ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiş bir kurumdan ibaretti. Aydınlanmacılar'dan Locke'un devlet anlayışı liberaldi. Locke kişilerin doğal haklarını esas almaktaydı. Rousseau'ya göre ise devlet kendini meydana getiren kişilerin yararlarının dışında davranamazdı. Ona göre devletin görevi kişinin hak ve özgürlüklerini garanti etmekdi. Böylece aydınlanmacılara göre kişilerin ne düşündükleri neye inandıkları devleti ilgilendirmez. Devletin görevi, kişilerin hak özgürlüklerini korumak ve onların esenliğini rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamaktı. 3.2. Dinsel Görüş
Aydınlanmacıların din anlayışı nasıldır?
Aydınlanmacılara göre özgür bir devlette din özgürlüğü olmalı, devlet, din işlerine karışmamalıydı. Din, insanın vicdanı ile ilgili bir konuydu, kişiler toplumda dinsel inançlarıyla özgürce yaşayacaklar ve devlet, ülkeye zararı olmadıkça onlara karışmayacak hatta koruyacaktı. Devlet bu konuda yanlı olmayacaktı. Aydınmacıların dinsel görüşü "Doğal din" 'idi. Onlar buna akıl dini de diyorlardı. Bu akla uygun ve aklın benimsediği din demekti. Onlara göre doğal din her türlü dış form ve gelenekten bağımsız olarak insanın doğasında var olan bir dindi. Ancak bunların içerisinde Hristiyanlık ile doğal dini Locke ve Wolff gibi uzlaştırmaya çalışanlar da vardı. Onlara göre Tanrı buyruğu aklın üstündeydi, ama akla uygundu. Aydınlancıların dinsel görüşü daha çok deist (akıldini) idi. Temelde Theist (dindar) ile deist (akıl dini) aynı kökten "theo" Tanrı sözcüğünden kaynaklanmaktaydı. Ancak biri Grekçe "Theos", değeri de Latince "Deus" tan, türetilmişti. Deistlere göre Tanrı sadece insanın var ve yok olmasında vardı. Bunun ikisinin arasında, yani, yaşamda Tanrı tarafından verilmiş akıl yer almaktaydı. 3.3. Eğitim Görüşü
Aydınlanma Çağı filozoflarının eğitim görüşleri nasıldır?
Aydınlanma Çağı'nın nationalist felsefesi eğitim düşüncesine de etki etmişti. Akıl her şeyin doğrusunu yapabilecek bir güce sahip olduğundan eğitim de akla uygun bir biçimde düzenlenmeliydi. Aydınlanmacılara göre insan aklı doğuştan Tabula Rasa idi, insan aklına eğitimle istenilen şekil verilecekti. Aydınlanmacılara göre, insan, aldığı eğitim ne ise oydu. Onlara göre bir insanda eğitim az olursa fikirler de az olurdu. Böylece aydınlanmacılar insanın doğuştan saf ve temiz olduğunu, daha sonraki şekillenmesinin, kişiliğinin eğitimle oluştuğunu söylemekteydiler. İngiliz J. Locke, eğitim konusunda optimist (iyimser) bir görüşe sahipti. Locke'a göre on insandan dokuzunun kötü ya da iyi, yararsız ya da yararlı v.s. oluşu onların aldıkları eğitimin bir sonucuydu. Aydınlanmacılara göre eğitim metodunun temelini gencin sahip olduğu yeteneklerini geliştirici olması oluşturuyordu. Buna göre eğitim doğaya uygun olmalı yani eğitimin görevi, doğa verisi olan yetenekleri doruğa eriştirmek ve doğal gelişimini desteklemekti. Böylece çocuğa verilecek eğitim hem vücutsal ve hem de zihinsel olmalıydı. Örneğin Locke bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal, didaktik (öğretici), pratik beceriler ve seyahatlerden oluşan bir eğitimi birlikte önermekteydi. Aydınlanmacıların eğitim görüşleri ayni zamanda pragmatist (yararcı) idi. Buna göre eğitim yaşamda işe yarar olmaya göre planlanmalıydı. Fransız aydınlanmacılar da İngiliz aydınlanmacılar gibi doğal eğitim istemekteydiler. Onlara göre eğitimde metafizik doğmalara değil biyolojik ve fizyolojik olğulara yer verilmeliydi. Fransız aydınlanmacılardan olan Julien Offrey de Lamethrie göre akılcı eğitime önem vermekteydi. Ona göre eğitimi az olanın fikirler de az olurdu. Diğer bir Fransız aydınlanmacı Etienne Bunnot de Condillac da akılcı eğitimi ve bunun yararcı olmasını önermekteydi. Claude Adrien Helvetius ise sansualist (duyumcu) eğitimin geliştiricisidir. Ona göre çeşitli insanların zihinleri arasında eşitsizlik tek bir nedenin, eğitimdeki eşitsizliğini eseriydi. Helvetius göre tüm insanlar zihinsel yönden doğuştan eşit yeteneklere sahiptiler. Bu nedenle insan aldığı eğitim ne ise öyle olmuştu. Helvetius ayrıca eğitimi sadece insanın geliştirilmesi yönünden değil, tüm toplumun geliştirilmesi yönünden sınırsız bir güç olarak niteler. Louis Rene de Caradeux de la Chalotais ise laik eğitimin bir temsilcisidir. Ona göre insanların kültürel yönden geri kalmışlığının nedeni zihinlerin manastırlara ait kavramlarla doldurulmuş olmasıydı. Chalotais'ye göre toplumun refahı uygar bir eğitim gerektirmekteydi. O bir ulusal ve demokratik bir sistemi istiyordu. Eğitim metodunda ise doğaya uygunluğu önermekteydi. Bu konuda çocuklara uygulanacak öğretimde esas alınacak ilkeler, bizzat doğaya uydukları biçimdeki ilkeler olmalıydı. Ona göre doğa en iyi öğretmendi. Chalotais tüm ders kitaplarındaki türlü soyutlamaların temizlenmesini istemekteydi. Rousseau'ya göre eğitimin amacı insanları I' homme, citoyen (vatandaş) yapmak değil, I' homme naturel (doğal insan) yapmak olmalıydı. O'na göre çocuk ne hekim ne asker ne de din adamı olmamalıydı. O herşeyden önce insan olmalıydı. Bu görüşe göre insan önce insan olmalı, ondan sonra herhangi bir mesleğin insanı olmalıydı. Rousseau, Emile adlı eserinde eğitimin ilk görevinin, doğanın gelişimine engel olacak herşeyin baskı, metodunun ortadan kaldırmasını istemekteydi. Ona göre emir ve itaat çocuğun lügatında yoktu. Aynı esere göre çocuk belirli bir meslek için değil, insan olmak için eğitilmeliydi. Eğitimde sadece çocuğun aklına hitap edilmemeli, eğitim ve deney yaşantılarla da desteklenmeliydi. Böylece insan her yönüyle, tüm yetenekleriyle bir harmoni içerisinde gelişmiş bir varlık olmalıydı. Alman aydınlanmacılardan Johann Bernard Basedau'a göre eğitim, aydınlanma felsefesine uygun, akla ve yararcılık ilkelerine göre olmalıydı. Ona göre ülkenin mutluluğu ve güvenliği halkın mutluluğu ile orantılı olmalıydı, bunun en güvenilir amacı ise eğitimdi. Çocuklara bedensel ve zihinsel formasyon sağlayacak bir eğitim verilmeli, okullar kiliseden bağımsız olmalıydı. Okullarda çocuklar herkes için yararlı, yurtsever ve mutlu bir yaşam için eğitilmeliydi. Basedau Plilantropin (insan sevgisi) adlı ilkokul, öğretmen okulu ve eğitim enstitüsünden oluşan bir eğitim kurumu açmıştı. Bu okulun eğitim sistemi doğa, okul ve yaşamın harmonik biçimde birleştirilmesi oluşturuyordu. Gothold Ephraim Lessing ise insanlık eğitim görüşünü benimsiyordu. Ona göre insanlığın eğitimi tek tek fertlerin eğitimi gibi kademelerden oluşmaktaydı. Böylece tek tek birey ile tüm insanlık arasında bir paralellik vardı. Lessing'e göre eğitim, her bir insanda gerçekleşen bir aydınlanmaydı. Her bir insan için eğitim ne ise, bütün insan soyu için de oydu. Merquise de Condorcet'ye göre ise dünya var olduğu sürece insanın mükemmelleşme olanakları içerisinde gerçek bir sonsuz gelişme vardı. Eğitim, insan soyunun bu sürekli gelişmesini daha yüksek ve mükemmelleşmiş biçim erişmesini sağlayacaktı. Condorcet, insanın doğal olarak iyi olduğunu ve onun eğitim ve öğretimle mükemmelleştirilebileceği konusunda optimist bir görüşe sahipti. Ona göre okullar insanlara kendi haklarını gerektiği gibi koruyacak ve gereksinimlerini karşılayacak bir formasyon kazandıracaktı. Condercet'in eğitim görüşünün temelinde özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve laiklik vardı. | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 10:06 pm | |
| Nominalizm Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller), bir takım seslerden başka bir şey değildirler, bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur.
XI. yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar, tartışmalar olmuştur.
Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. Ama dinsel sonuçlar bir yana, nominalizm, Platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder. Öte yandan Aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de Thomas Hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler
Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 10:07 pm | |
| Nihilizm Nihilizm siyasal açıdan her türlü siyasal düzeni yadsıyan görüşleri dile getirdiği gibi törebilimsel açıdan her türlü törebilim kurallarını ve değerlerini yadsıyan görüşleri ve bilgi bilimsel açıdan her türlü bilgiyi ve bilgilenme olanağını yadsıyan görüşleri dile getirir.
Nihilizm temelde estatizmin bütün biçimlerini yadsır, yararcılığı ve bilimsel usçuluğu savunur. Toplumsal bilimleri ve klasik felsefe sistemlerini bütünüyle reddeder. Yalın olgucu ve maddeci bir tutumla yerleşik toplumsal düzene baş kaldırmayı temsil eder, devlet, kilise, ya da aile otoritesine karşı çıkar. Yalnızca bilimsel doğruları temel alır, ancak bilimin toplumsal sorunlarının üstesinden gelebileceğini ve bütün kötülüklerin cehaletten kaynaklandığını kabul eder.
Nihilist düşünce Ludwig Feverbach, Charles Darwin, Henry Buckle ve Herbert Spencer gibi düşünürlerin etkisinde kalmıştır. İnsanın beden ve ruhtan oluşan dualist bir yapısı olduğunu reddettiği için kilisenin şiddetli tepkisine yol açmıştır. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 10:07 pm | |
| Nicelik Nesnenin ölçme konusu olan yanı...Nicelikle nitelik bağımlıdırlar, birbirlerine dönüşürler, ayrıştırılamazlar. Sadece nicel ya da sadece nitel olan hiçbir şey yoktur. Soyut kavramlar bile bu bağlantıdan koparılamazlar.
Her nesne ve olay, belli bir nitelik ile belli bir niceliğin birleşimidir.Bu birleşimin bozulması o nesne ya da olayı başka bir olaya ya da nesneye dönüştürür. Bir şeyin neyse öyle kalması için niteliksel yanının niceliksel yanıyla belli bir oranda birleşmiş, dengeye girmiş olması gerekir. Denge bozulursa o nesne başka bir nesne olur. Fakat bir nesnenin nitelik değiştirmesi için az da olsa bir nicelik değişimi gereklidir. “Nicelik değişimi olmaksızın nitelik değişmesi mümkün değildir.”Nicelikle niteliğin bağımlı birliğinde temel olan niteliktir, çünkü bir nesne ya da olayın az ya da çok sürekli bir biçimi vardır ve niceliksel olarak değişirken bu niteliksel varlık biçimini belli bir sınıra kadar sürdürür. Niteliğin değişmesi için niceliğin değişmesi zorunludur. , ama her nicelik değişimi nitelik değişimini gerektirmez. Örneğin 1-99 ısı dereceleri arasında su niteliğinde olan iki hidrojenle, bir oksijen, 0 derecede buz niteliğinde ve 100 derecede de gaz niteliğindedir. Her nitelik değişimi yeni nicelik değişimlerine yol açar. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 10:08 pm | |
| Nesnel İdealizm İnsandan bağımsız saltık bir düşüncenin ya da ruhsal ilkenin varlığını ve önceliğini ileri süren idealizm anlayışı. Nesnel idealizm nesnel gerçekliği bireysel bilinçten üstün olarak tasarımladıkları genel bir bilince, indirger. Bu anlamıyla varlığın kaynağını insansal ruha indirgeyen ve maddeyi düşüncenin ürünü sayan nesnel idealizmin karşılığında kullanılır.
Nesnel idealizmin savunucuları sonlu dünyayı tek gerçek olan zihnin bir yansıması sayarlar, gelip geçici olan sınırlı varlık, bağımlı olduğu sonsuz ve sınırsız bir varlığı gerekli kılar. Hakikat, dış düşünceler ve dış gerçeklikler arasında bir bağlantı değil yalnızca düşünceler arasında bir uyum ilişkisidir.
Nesnel idealizm; dinsel nitelikli öğretilerden daha soyut bir görünüşe bürünür, gerçek dışı ve bilim dışı olmakla beraber, açıkça tanrılık varsayımın dile getirmeden evrenin temelinde ruhsal bir özün evrenden önceliğini ileri süren metafizik bir anlayıştır. | |
| | | PaTRoN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 10:59 pm | |
| | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:52 pm | |
| Monotheizm Nedir ?
Tanrının dünyadan ayrı ve tek olduğuna inanma. En büyük tektanrıcı sistemler Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmakla birlikte pek çok dinde tektanrıcı öğelere rastlanır.
Tek tanrıcılığa dayalı bu üç dinde tanrı, birlik ve yalınlık(ezeli varlık olarak tanrı) özelliklerini taşır. Ayrıca sadakatin ve güvenirliğin ifadesidir. Panteizm’deki tanrı anlayışından farklı olarak tektanrılıktaki tanrının kendi kişiselliği vardır. Kendi iradesiyle hem doğal hem de tinsel dünyalar yaratmıştır. Tanrı aynı zamanda en yüksek iyiliğin kaynağıdır.
İbranice kutsal metinler, İsrailoğullarının öbür tanrıların varlığını yadsımaksızın bir tanrıya tapmış olduğunu gösterir. Hıristiyanlık’ta ise üçlü baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi vardır. Bunlar bu iki dini tektanrıcılıktan uzaklaştırmaktadır. Tektanrıcılık Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte İslam’da olduğu kadar vurgulanmaz. İslam inancına göre Allah birdir, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur, yaratılmış şeylerin hiç birine benzemez. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:52 pm | |
| Monad Leibniz’in felsefesinde, sonul gerçekliği oluşturan , sonsuz küçüklükte ruhsal-maddi varlıklara verilen ad. Leibniz bu terimi felsefenin temel kavramı olarak kullanmıştır. Her monad bilinçlilik derecesine göre, öteki monadlardan farklılaşan tek, yok edilemez, dinamik bir tözdür. Monadlar arası gerçek bir nedensellik ilişkisi yoktur, ama her biri kendi içinde bir değişme ilkesini barındırır. Yaratılış sırasında Tanrı’nın kurduğu düzende bütün monadlar birbirleriyle eş zamanlı olarak ayarlanmıştır. Bu yüzden de her monad öteki monadlardan etkilenmediği halde değişen gerçekliğin tümünü olduğu gibi yansıtır. Böylece farklılıklar dünyasına birlik egemen olur.
Bu terim ilkin antikçağ Pitagorasçılarınca kullanılmıştır. Pitagorasçılara göre monad, ruhla özdeği aynı zamanda içeren, evrensel matematik bir birimdir ve “1” sayısıdır. Sonra Platon’un ideaları için kullandığı bu deyim Yeniplatoncuların dilinde tanrıyı dile getirmiştir. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:53 pm | |
| Metafizik Felsefenin en temel konularını, bu konuların felsefe içinde işlenmesi açısından ele alan bilgi dalı. Tek tek ve farklı biçimlerde varolan nesnelerden ayrı, genel ve bir bütün olarak varlığın ya da varolmanın ne olduğunu araştırır. Metafizik terimi felsefe tarihi boyunca bir yandan en üst felsefe disiplini olarak olumlu, bir yandan da boş ve anlamsız önermeler içeren bir alan olarak olumsuz anlamda kullanılmıştır.
Metafizik deyimini ilkin i.ö. 1. yüzyılda Andronikos kullanmış ve Aristoteles’in ders kitaplarını sıralarken doğa bilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta ta Phusika ( doğa bilimlerini kapsayan kitaplardan sonra gelen kitaplar) adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)’in üstünde saydığı usla kavranan bilgiyi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilk’liği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Böylece metafizik, ilk kullanımında fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünce ile ilgili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam, giderek onu idealizm ve ruhçuluk ile kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü oluşturmuştur.
Metafizikle bilinçli biçimde ilk uğraşan ilk filozoflar Eski Yunan düşünürleridir. İlk kez bu düşünürlerin ele aldığı temel metafizik sorun, zihin tarafından bilgi nesnesi edinilebilen, ama gerçek dünyada bulunmayan şeylerin (soyut düşüncelerin, örneğin sayıların), genel olarak biçimlerin varlığı ve niteliğidir. Eski Yunan felsefesi algılanabilir gerçek dünya ile düşünülen zihinsel bir idea dünyasını ayırt etmiş, daha sonra metafizik ile ilgilenen felsefeciler de soyutlamalar ile tözler arasındaki ilişkiler üzerinde durmuşlar, bunların ikisinin de mi gerçek olduğu, yoksa birinin ötekinden daha mı çok gerçeklik taşıdığı sorununu tartışmışlardır. Dolayısıyla doğa, zaman ve uzam, Tanrı’nın varlığı ve nitelikleri gibi sorunları biçim ile idea arasındaki ilişkiyi kavrama çabasıyla irdelemişlerdir.
Felsefe tarihinin ilk metafizikçileri Parmenides ve Platon’du. Sonraki yüzyıllarda metafiziğin en önemli konularından biri olarak görünen dünya ile gerçek dünya ayrımı ilk kez bu düşünürlerce dile getirildi. Platon, sürekli değişen duyulur dünyanın geçici nesnelerinin karşısına, değişmeyen, duyulara verilmeyen, düşünce yoluyla ulaşılabilir bir dünya yerleştirdi. Aristoteles bunu farklı bir biçimde yorumladı. Ona göre madde her zaman kendi en üst biçimine doğru sürekli bir devinim içindeydi. Dolayısıyla Aristoteles için maddi dünya organik değişim içindeki bir süreklilikti.
Hıristiyanlığın gelişmesiyle, ortaçağda dinsel etki alanına giren metafiziğin ana sorunu Tanrı’ydı. Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için çeşitli usavurmalar geliştirilirken, Tanrı ile dünya arasındaki ilişkiler (yaratılış, zamanın başlangıcı, Tanrı’nın dünya içinde varlığı vb.) metafiziğin başlıca konuları oldu. Böylece ortaçağda metafizik tanrıbilim ile eş sayıldı. Ortaçağ egemenliği tümüyle Hıristiyan kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine göre dinsel dogmaların dışında hiçbir bilim yoktur, tek gerçek dinsel dogmalardır. Birçok aydın düşünceleri kapsadığı halde tanrıbilim ile eş sayılan metafiziğin ortaçağda Hıristiyan kilisesi tarafından kullanılmasıyla ortaçağa karanlık çağ adı verilmiştir.
16. yüzyıldan sonra metafizik deyimi, ontoloji anlamında kullanıldı. Ne var ki bu varlık, “duylarla kavranılan dışındaki varlık” ve “görünüşlerin ardındaki kendilik” olarak ele alınıyordu. Hegel’e gelinceye kadar bu çağın metafiziği de, ortaçağın metafiziği gibi, bilimsel temelden yoksun kurgul görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak sürüp gitmiştir. Hegel metafizik terimine diyalektik karşıtı anlamını vermiştir.
Metafizik deyimi, ruhçuluk temelinde birleşen şu anlamları kapsar: duyularla kavranılanların dışındaki varlıkların bilgisi, kendiliğinde şey’in bilgisi, doğanın ardında gizlenen ve ona imkan veren varlık bilgisi, mutlak bilgisi, ussal bilgi, madde olmayanın bilgisi, son erek bilgisi, doğasal ve biçimsel olmayanın bilgisi, dogmacı bilgi, varlık yasalarını bulmak için düşünen benliğin bilgisi.
Rene Descartes, bütün varlığı temelde, yer kaplayan madde ile düşünen zihin olarak iki bağımsız alana ayırdı. Bu kavrayış içinde Tanrı’nın konumu yalnızca, yalnızca maddeyi yaratmış bir ilk neden olmakla sınırlıydı; ilk yaratılıştan sonra her iki dünya da kendi yasalarıyla işliyor, aralarındaki ilişki de insanın ruhu ile bedeni arasındaki ilişki aracılığıyla kuruluyordu. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:54 pm | |
| Mekanizm Nedir ?
Bütün olayları mekanik nedenlerle açıklama anlayışı...
Antikçağ Yunan düşüncesinde Abdera düşünürleri adıyla anılan, Leukippos ve Demokritos doğayı nicelik farklılaşmalarıyla oluşan bir nedensellik anlayışı içinde gördüler. Hava, su vb. gibi atom biçimlerini büyüklük ve küçüklükleriyle, eş deyişle nicelikleriyle birbirinden ayırıyor, farklılaştırıyorlardı. Onlara göre evren, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe kadar birbirlerine çarpıp birbirlerini itmeyle devinen bir atomlar yığınıydı. Her şey, bu çarpma ve itmeyle gerçekleşen yer değiştirme devimi (mekanik devim)’nin zorunlu düzeni içindeydi. Yoktan varolma ve vardan yok olma diye bir şey yoktu, her şey bu çarpma ve itme devimiyle birleşen (doğum) ve ayrılan (ölüm) özdeksel atomlardan oluşuyordu, bu oluşma ilksiz ve sonsuzdu. Evren, aralıksız ve sürekli bir nedensellik zinciri içinde akıp gidiyordu. Ruh, bütün duyu algıları, bütün düşünme de özdeksel atomdan ibaretti. Atomlar pürüzlü, düz, köşeli, tekerlek, yuvarlak, eğri büğrü, kanca, çengel biçimindeydiler ve sayısızdılar. Bölünmez (atom) ve parçalanamazdılar. “atomlar sonsuz boşluk içinde birbirinden ayrılmış; biçim, büyüklük, duruş, sıralanış bakımından birbirinden farklı olarak boşlukta sürükleniyorlar, birbirleri üzerine gelerek çarpışıyorlar. Bir bölümü birbirinden uzağa atılırken bir başka bölümü biçimlerin , büyüklüklerin, duruş ve dizilişlerin simetrisine göre birbirleriyle örülüp kalıyorlar”dı. Abdera düşünürlerinin bu özdekçi atom öğretilerinde evren mekanik devim’le açıklanmaktadır. Bu mekanik devimli zorunlu olarak bir nedensellik zinciri meydana getirir, çarpan neden ve kendisine çarpılan sonuç’tur. (iten ve itilen). Bu nedensellik zinciri de zorunlu olarak bir aralıksızlığı , eş deyişle süreklilik’i gerektirir; kendisine çarpılan da bir başkasına da çarparak onun nedeni olacak ve bir sonuç meydana getirecektir, bu vuruşmalı devim araya hiçbir kesinti girmeksizin böylece sürüp gitmek zorundadır. Kısaca mekanizm , evreni bütün olguların bir nedensellik zinciriyle birbirlerine bağlı bulundukları, sürekli bir yer değiştirme devimiyle açıklama anlayışıdır. Buysa vereni bir makine düzeni içinde görmektir, doğa çarpma yasalarına göre işleyen bir makinedir. Devim özdeğim içerdiği bir güç değildir, ona dışardan verilir; bu yüzden de oluşma aşamaları birbirinin içinden çıkmaz, yan yana dizilir. Demek ki doğadaki bütün değişmeler diyalektik değil mekaniktir.
Bu mekanikçi açıklama, doğada özdekten başka hiçbir öğe tanımamasına rağmen, idealist bir açıklamadır.mekanik hareketin sıraladığı neden-sonuç dizisi zorunlu olarak ilk ve son ereği gerektirir, buysa metafiziği gerektirmek demektir. nitekim mekanikçi özdekçilik, özdeği ilk devindiren dışsal gücün tanrı olduğunu ileri sürmüştür. Mekanikçi Gerekircilik
Her türlü nedeni mekanik nedene indirgeyen ve rastlantıyı nedensellik sayarak yadsıyan gerekircilik anlayışı... Bilimin temeli olan gerekircilik (determinizm) XVIII ve XIX yüzyıllarda fizikçi Newton’un mekaniğinden etkilenerek mekanikçi bir anlayışa yönelmiştir. Gerekirciliğe göre her olgunun bir nedeni vardır. Mekanikçi gerekirciliğe göreyse bu neden mekaniktir ve birbirinden bağımsız bir neden sonuç zinciri halinde sürekli olarak tekrarlanır. Aynı nedenler aynı sonuçları doğururlar, kendi nedeniyle belirlenen, sonuç da kendi nedeniyle aynılaşır ve kendisiyle aynı olan yeni bir sonuç meydana getirir. Bu demektir ki gelişme (evrim) ve sıçrama (devrim) olanaksızdır.
Mekaniğin temel yasaları olan dinamik yasalara göre belli bir durum belli ve zorunlu durumlar zincirini meydana getirir ve belli bir durum bilinince bu durumun meydana getireceği daha sonra ki durumlar bilinebilir. Bu temelden yola çıkan Laplace ki mekanikçi gerekirciliğe Laplace’çı gerekircilik de denir. Doğayı harekete getiren bütün güçleri ve doğayı teşkil eden bütün varlıkların birbirlerine karşı olan durumlarını belli bir anda bilebilecek ve bunları matematik formüllere bağlayabilecek bir öke tasarlar ve böyle bir öke olsaydı evrenin en büyük cisimlerinden en küçük cisimlerine kadar hepsinin hareketlerini matematik formüllerde kolaylıkla toplayabilir ve geleceği de geçmişi de gözlerimizin önüne serebilirdi” der. Laplace’in bu ökesinin Laplace’in cini adı verilir. Mekanikçi Özdekçilik
Doğal ve toplumsal olguların mekaniğin yasalarıyla açıklanabileceğini sana özdekçilik anlayışı.Mekanikçi özdekçilik, evreni özdeksel bir temele oturtmak ve bunun da, mekanik yer değiştirme devimiyle ve makinelerde olduğu gibi zorunlu bir nedensellik içinde işlediğini ileri sürer; ve böylece düşünceyi sınırlandırır, bütün süreçleri, ve bütün devim biçimlerini mekanik devime indirgemekle organik özelliklerin ve toplumsal yasaların anlaşılmasına engel olur. Mekanik ve matematiğin evreni tümüyle bilmek için yeterli ilkeleri sunduğunu savunur. Descartes evreni, kocaman bir makine olarak görür ve Hobbes canlı doğayla cansız doğayı bir ve aynı sayarak mekanik nedenlerle açıklar, ve tanrıyı bile “doğal nedenlerin en üstünü” sayarak doğalaştırır. Hobbes’a göre evrende her şey özdeksel, ruhsal, insansal, toplumsal her şey doğal ve bundan ötürü de özdeksel nedenlerle belirlenmiştir. Ruh,irade vb. gibi özdeksel olmayan tasarımlar boş ve temelsiz önyargılardır; evrene bütün olup bitenleri bu gibi tasarımlardan ve düşlerden kurtararak matematikte olduğu gibi zorunlu şemalara bağlamalıdır. Mekanik yasalara göre kurduğumuz işlettiğimiz bir makinenin artık nasıl işleyeceğini ve neler üreteceğini önceden bilebilirsek, öylece evrensel belirlenişin tek kaynağı olan özdeksel nedenleri de bilmekle bir makinede olduğu gibi önceden dilediğimiz yönü verebiliriz. İşte bu anlayış katıksız bir mekanikçi özdekçilik anlayışıdır. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
Yaş : 34 Nerden : BurSa Lakap : ÖtükenLee
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:55 pm | |
| Manişeizm Nedir ?
İran`lı Mani`nin kurduğu Hıristiyan-Zerdüşt karması dualist din...
Manişeizm`in temeli, Zerdüştçülüğün iyilik ve kötülük ilkesine dayanır. Evrende iki ilke egemendir; iyilik ışık ve ruhtur, kötülük de karanlık ve bedendir. Evren bir iyilik-kötülük karışımıdır, insanda bundan ötürü ruhtan ve bedenden yapılmıştır. Bedenin içine hapsedilip acı çeken ruhları kurtarmak gerekir. Amaç, iyilik-kötülük savaşının üstündeki birlikte ulaşmaktır. İnsanları bu birliğe bilim götürebilir, bilimse sevgiyle kazanılır. Sevgi, kötülüğü iyilik içinde eriterek insanları birliğe ulaştıracaktır. Bu amaca varabilmek için her türlü tutkudan ve yalancılıktan sakınarak yaşamak yeter.
Mani kendisini Adem`den Buda, Zerdüşt ve İsa`ya kadar uzanan bir peygamberler zincirinin son halkası olarak görüyordu. Ona göre doğru dinin geçmişteki vahiyleri, tek bir dilde tek bir halka seslendiği için etkili olamamıştı. Ayrıca manişeizme sonradan katılanlar, onun özgün hakikatini görememişlerdi. Oysa kendisi, bu öteki dinlerin yerini alacak evrensel bir dini yaymakla görevlendirilmişti.
Mani vahiyle gelen önceki bütün dinlerin, özellikle de Zerdüşt dininin, Budacığın ve Hıristiyanlığın içerdiği kısmi doğruları bütünlüğe kavuşturarak gerçek bir evrensel dünya kurmayı amaçlıyordu. Ama bu din, sıradan bir eklemeciliğin ötesinde, değişik kültürlere göre farklı biçimler alabilecek bir hakikati de dile getirmeliydi. Manişeizm, özünde bir tür gnostisizmdi. Öteki bütün gnostisizm türleri gibi manişeizmde bu dünyadaki yaşamın katlanılmaz ölçüde acı ve kötülükle dolu olduğunu öğretiyordu. İç aydınlanma ya da gnosis (içrek bilgi), Tanrı ile aynı doğayı paylaşan ruhun , kötülüklerle dolu madde dünyasına düştüğünü ve tin aracığıyla bundan kurtarılması gerektiğini gösteriyordu. Bu bilgi, kurtuluşa ulaşmanın tek yoluydu. Kişinin kendini bilmesi, geçmişte beden ve maddeyle karıştığı için bilgisizliğin ve öz bilinç yokluğunun kararttığı gerçek benliğini yeniden elde etmesi demekti. Kendini bilmek, ruhunun Tanrı ile aynı doğayı paylaştığını ve aşkın bir dünyadan geldiğini anlamaktı. Bilgi, insana, maddi evrende içinde bulunduğu düşkün koşullara karşın aşkın dünyadan kopmadığını, bu dünyaya ölümsüz ve içkin bağlarla bağlı olduğunu kavrama olanağını veriyordu.
Manişeizm insanlığın gerçek doğası, yazgısı, tanrı ve veren üzerine taşıdığı bilgileri karmaşık bir mitolojiyle sunar. Günahkar ruh kötülüklerle dolu maddeyle karışır ve sonunda tin aracılığıyla özgürlüğe kavuşur. Bu nedenle mitoloji üç aşamada gerçekleşir: tin ve madde, iyi ve kötü, ışık ve karanlık gibi temelden karşıt özlerin birbirinden ayrı olduğu ilk dönem; iki tözün birbirine karıştığı ve yaşadığımız çağa karşılık gelen ara dönem; başlangıçtaki ikiliğin yeniden kurulacağı gelecek dönem. İyi insanların ruhları, ölümle birlikte Cennet’e döner. Zina, çocuk yapma, mülk edinme, ürün yetiştirme, et yeme, şarap içme gibi bedensel şeylere kendini kaptıran kişinin ruhu ise yeni bedenlerde sürekli yeniden doğmaya mahkumdur. | |
| | | GokTurk ÜSTTEĞMEN
Yaş : 34 Nerden : BurSa Lakap : ÖtükenLee
| Konu: Geri: Felsefe Sözlüğü Salı Kas. 16, 2010 11:56 pm | |
| Logos Ussal yasa... Logos sözcüğü Yunanca’da usla kavrama anlamındadır. Ve duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğü karşılığında kullanır. Kah anlamıyla ilgili olarak us ve bu usa dayanan söz, yasa, düzen, bilgi anlamlarını dile getirir.
10. yüzyılda Herakleitos logos’u evreni düzenli bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren ussal ilke biçiminde tanımlamıştır. Buna göre logos, hem oluşumların altında yatan ve onları biçimlendiren düzen ilkesi hem de evrenin böyle bir düzen olarak kavranmasında belirleyici olan bilgi ilkesiydi; evrenin kavranması belirli orantılara yani karşılıklı ilişki içindeki yas niteliğinde bağlantılara göre gerçekleşiyordu. Bu anlamıyla logos özellikle rastlantı ve gelişigüzelliğin karşıtıdır.
Herakleitos’un verdiği anlam Anaksagoras’ın baş kavramı olan “nous” dan farklıdır. Nous bir düzenleyici olarak evrenden önce de vardır ve evrene dışardan gelir, logos ise evrenle birliktedir ve evrensel oluşun içindedir.
Herakleitos her şey çıkar geçer der; evrende kalıcı olan hiçbir şey yoktur. Bu sürekli evrensel değişiklilik logos için düzenlenmiştir. Logos yasasına göre olup örtmektedir.
Platon’a göre bilgi, logosta temelleri idealar hem düşünceler hem de bu düşüncelerin ilkesiz sonsuz nesneleridir. Düşünce ile nesne arasındaki özdeşlik bu yüzdendir, yani düşünce nesnesinde her ikisi de idealarda temellendiği için uygundur | |
| | | | Felsefe Sözlüğü | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |